Bir gün, krallığın en cesur ve meraklı kızı, prenses Ela, bu sessizliğin ardındaki sırrı keşfetmek istemiş. Neden kimse konuşmuyordu? Neden bu krallıkta kelimeler yasaklanmıştı? Prenses, sorularına cevap aramak için kalenin eski kütüphanesine gitmiş. Tozlu rafların arasında bulduğu eski bir kitap, ona yıllar önce bir lanet ile sessizliğe mahkum edildiklerini anlatmış.
Ancak kitapta yazan bir şey prensesin dikkatini çekmiş: "İletişim kurmamak imkansızdır." Ela bu sözün ne anlama geldiğini düşünürken, etrafına bakmaya başlamış. Kalenin duvarlarına asılı tabloların yüz ifadelerini, hizmetçilerin sessizce hareket ederken birbirleriyle göz teması kurmalarını, elleriyle yaptıkları işaretleri fark etmiş. Sonra anlamış ki, aslında kimse tamamen sessiz değildi. Herkes, kelimeler olmadan da bir şeyler iletiyordu. Beden dili, yüz ifadeleri, suskunluklar bile bir anlam taşıyordu.
Prenses Ela, bu farkındalıkla halkına geri dönmüş ve onlara bir şey öğretmiş: "Sessizlik iletişimi durduramaz. Kalbimiz ve ruhumuz her an bir şeyler anlatıyor." Bu anlayışla, insanlar kelimelere ihtiyaç duymadan, birbirleriyle daha derin bir bağ kurmayı öğrenmişler. Gülümsemeler, sarılmalar ve bakışlar artık krallıkta yeni bir dil olmuş.
Ve böylece Suskunlar Diyarı, aslında hiç de suskun olmayan bir yer haline gelmiş. Çünkü iletişim, kalpten gelen her işarette, her bakışta ve her harekette varmış.
Gökten üç elma düşmüş: biri anlatana, biri dinleyene, biri de kalbiyle konuşana…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder