2024-08-31

Kademeli Genetik Test, Cascade Genetic Testing nedir?

Cascade genetic testing, Türkçeye "kademeli genetik test" olarak çevrilebilir ve aile bireyleri arasında genetik hastalıkların yayılımını belirlemek için yapılan bir test sürecidir. Bir ailede genetik bir hastalık teşhis edildiğinde, bu test, hastalığın diğer aile bireylerinde de olup olmadığını tespit etmek amacıyla uygulanır. 

Öncelikle genetik mutasyon taşıdığı bilinen bir kişide (indeks vaka) test yapılır. Eğer mutasyon bulunursa, bu bilgi, ilk derece akrabalardan başlayarak diğer aile üyelerine aktarılır ve bu kişilere de genetik test yapılması önerilir. Bu şekilde, hastalığın ailedeki yayılımı haritalanabilir, risk altındaki bireyler belirlenebilir ve önleyici veya tedavi edici önlemler alınabilir. Cascade genetic testing, özellikle kalıtsal kanserler, kalp hastalıkları ve bazı nörolojik hastalıklar gibi durumlarda yaygın olarak kullanılır.

"Call a spade a spade" ne demek?

"Call a spade a spade" İngilizce bir deyimdir ve "doğruya doğru demek," "dürüstçe konuşmak," ya da "bir şeyi olduğu gibi söylemek" anlamına gelir. Bu deyim, bir durumu veya gerçeği dolandırmadan, açıkça ve dürüst bir şekilde ifade etme gerekliliğini vurgular. Örneğin, birinin kötü bir davranışını açıkça eleştirmek gerektiğinde bu deyim kullanılabilir.

2024-08-30

Topolojik süper iletkenler

ABD'de bir grup bilim insanı, süper iletkenler alanında önemli bir atılım gerçekleştirdi. Bu gelişme, kuantum bilgisayarlarının geleceği üzerinde büyük bir etkiye sahip olabilir. Araştırmacılar, kuantum bilgisayarlarında devrim yaratabilecek ve potansiyel olarak "topolojik süper iletken" olarak işlev görebilecek yeni bir süper iletken malzeme geliştirdiler.

Topolojik süper iletkenler, elektrik direncinin sıfır olduğu malzemeler olup, şekil veya topolojiye bağlı olarak benzersiz özellikler gösterir. Bu malzemeler, kuantum bilgisayarları için çok önemli olan sağlam ve güvenilir veri işleme yeteneğine sahiptir.

Araştırmacılar, trigon tellür adı verilen, manyetik olmayan ve kiral özelliklere sahip bir malzemeyi, altın ince film üzerinde oluşturulan bir yüzey süper iletkeni ile birleştirdi. Bu yenilikçi kombinasyon, geleneksel süper iletkenlerden farklı özelliklere sahip iki boyutlu bir yüzey süper iletkeni oluşturdu.

Bu yeni süper iletken malzeme, kuantum bilgisayarlarında kullanılan mikrodalga rezonatörlerin geliştirilmesinde kritik rol oynayabilir. Ayrıca, bu malzemenin kuantum bilgi kaybını azaltma potansiyeli, kuantum bilgisayarların ölçeklenebilir ve güvenilir bileşenlerle donatılmasına olanak tanıyabilir.

Araştırma ekibi, ayrıca bu süper iletken malzemenin manyetik alan altında "üçlü süper iletken" olarak adlandırılan daha kararlı bir duruma geçtiğini gözlemledi. Bu durum, malzemenin kuantum bilgi kaybına karşı daha dirençli olabileceğini göstermektedir.

Bu buluş, kuantum bilgisayarlarının daha karmaşık problemleri çözebilmesi için önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.

https://interestingengineering.com/science/us-achieves-superconductor-breakthrough-quantum-leap

2024-08-29

Urolithin A nedir?

Urolithin A, ellagitannin ve ellagic asit içeren besinlerin, özellikle nar gibi bazı meyvelerin tüketilmesiyle ortaya çıkan bir metabolittir. Vücutta bağırsak mikrobiyotası tarafından üretilir. Urolithin A'nın, hücrelerin enerji üretimini ve işlevini destekleyen mitokondrilerin yenilenmesini teşvik ettiği düşünülmektedir. Bu süreç, yaşlanma ile ilişkili hastalıklara karşı koruma sağlama potansiyeline sahip olduğu için bilim dünyasında ilgi çekmiştir. Ayrıca, Urolithin A'nın antioksidan ve anti-inflamatuar özelliklere sahip olduğu da bilinmektedir. Bu nedenle, yaşlanma karşıtı takviyeler ve sağlıklı yaşlanma araştırmalarında popüler bir bileşik haline gelmiştir.

V2X nedir?

ABD Ulaştırma Bakanlığı (U.S. DOT), araçların birbirleriyle iletişim kurmasını sağlayacak yeni bir teknolojiyi devreye sokmayı planladığını açıkladı. Bu adım, motorlu araç kazalarını azaltma amacı taşıyor.

16 Ağustos 2024'te ABD Ulaştırma Bakanlığı, kaza ve yaralanmaları azaltmak amacıyla "Araçtan Her Şeye" (Vehicle-to-Everything - V2X) teknolojisinin ülke genelinde hızla yaygınlaştırılması için bir plan açıkladı.

Bakanlığa göre, V2X dağıtım planı "yol güvenliği, hareketlilik ve verimliliğe odaklanıyor; araçların ve kablosuz cihazların birbirleriyle ve yol altyapısıyla iletişim kurmasını sağlayan teknolojiyi içeriyor."

V2X teknolojisi, araçların birbirleriyle, yayalar, bisikletliler, engelli bireyler ve diğer savunmasız yol kullanıcıları gibi diğer yol kullanıcılarıyla ve yol altyapısıyla kablosuz olarak mesaj alışverişi yoluyla iletişim kurmasını sağlıyor. Bu mesajlar, araçların ve diğer yol kullanıcılarının konumu ve hareketleri, trafik koşulları – donanımlı trafik sinyallerinin durumu ve mevcut yol koşulları – hava durumu, yol yüzey durumu, çalışma alanları ve diğer aksaklıklar hakkında kritik bilgiler içerebilir.

ABD Ulaştırma Bakanlığı, güvenli ve birlikte çalışabilir V2X bağlantısını sağlamak için 5.895-5.925 GHz frekans bandını kullanmayı planlıyor.

Yetkililer, V2X teknolojisinin 2036 yılına kadar "devreye alınmış ve faal" olmasını hedefliyor.

ABD Ulaştırma Bakanı Pete Buttigieg, "Bugün, ulaşım sektöründe hayat kurtarma ve seyahat şeklimizi dönüştürme gücüne sahip bir ulusal planı ortaya koymada önemli bir dönüm noktasına ulaştık," dedi. "Bakanlık, V2X'in potansiyel güvenlik faydalarını kabul ediyor ve bu plan, bu teknolojinin ülke genelinde benimsenmesine bir adım daha yaklaştıracak."

Araştırma ve Teknoloji Baş Yardımcı Sekreteri ve Baş Bilimci Dr. Robert C. Hampshire, "Plan, kamu ve özel sektör ortaklıklarıyla iş birliği içinde hazırlandı ve ileriye taşındı. Bu, paydaşlara birlikte çalışabilir V2X teknolojilerinin ulusal, yaygın dağıtımıyla güvenli, verimli ve sürdürülebilir bir ulaşım sistemi sağlamak için gerekli bilgileri sağlıyor. Plan, V2X piyasasında yatırım, araştırma ve dağıtımı hızlandıracak," dedi.

Hızlandırılmış V2X dağıtım planı hakkında daha fazla bilgi edinebilir veya aşağıdaki ABD Ulaştırma Bakanlığı basın toplantısını izleyebilirsiniz.




2024-08-27

Hurri ilahisi

Hurri ilahisi, antik Mezopotamya kültürüne ait dini ve mitolojik bir şarkıdır. 

Hurri uygarlığı, M.Ö. 3. ve 2. binyıllarda Orta Doğu'da yaşayan bir halktır. Bu ilahiler, tanrılara ve tanrıçalara yapılan dualar, adaklar ve dini törenlerde söylenen şarkılar şeklinde olurdu. Hurri ilahileri, Mezopotamya’nın diğer kültürleri, özellikle de Sümerler, Akadlar ve Hititler gibi halklar üzerinde de etkili olmuştur.

Bu ilahiler genellikle tanrılarla iletişim kurmak, onları memnun etmek, koruma istemek ya da kurban törenlerini kutsamak amacıyla kullanılırdı. Hurri ilahilerinin günümüze kadar ulaşabilen örnekleri, kil tabletler üzerinde Akad çivi yazısıyla yazılmıştır. Bu ilahilerde doğa, tanrılar ve insan arasındaki ilişkiler işlenir.

Ancak "Hurri ilahisi" adı altında tek bir ilahi yoktur; Hurri halkına ait olan ve ilahi niteliği taşıyan metinler bu adla anılabilir. Aşağıdaki metin, bu tarz antik dini metinlere ait modern bir yeniden yazım, yorum ya da örnek olabilir.

-Ben (x’i getirin). kurşun biçiminde sağ ayağımda (ilahi tahtın)
-irade (arındıracaktır) ve değiştireceğim (günahkârlık).
-(Günah olduktan sonra) artık örtülmüyor ve artık değiştirilmeye gerek yok
-fedakarlığı yerine getirmiş gibi hissediyorum.

-(Bir zamanlar var) kendimi sevinir (ilah), beni kalbinden sevecek,
-getirdiğim teklif tamamen günahımı kapsayabiliyor,
-susam yağını getiriyor 3 benim adına
-çalışabilir miyim?

-Steril, verimli hale
-getirebilirler , Tahıl getirebilirler.
-O, karısı, babaya (çocukları) taşıyacak.
-Henüz çocuğu olmayan çocuklar onları taşıyabilir.

Aşağıdaki metin, bu tarz antik dini metine ait modern, daha anlaşılır ve şiirsel bir halde bir yeniden yazım örneğidir. Mesajın ruhu korunarak, akıcı bir biçimde yeniden yazılmıştır.

Hurri İlâhisi

Getirin bana gücün simgesi, sağ ayağımda ilahi bir taht gibi duran kurşunu,  
Arındıracak iradeyi, değiştireceğim günahkârlığı,  
Günah, örtülemez artık, değişmeye gerek yok,  
Fedakârlığın huzurunda, tamamlanmış hissediyorum.

Bir zamanlar, ilah sevinirdi, beni kalbinden severdi,  
Sunduğum teklif, tüm günahlarımı kaplayacak kadar güçlüydü,  
Susam yağını getirin, benim adıma,  
Çalışabilir miyim? Görevimi yerine getirebilir miyim?

Steril ve verimli kılınabilir,  
Tahıl getirilebilir, bereketli topraklarda,  
O, eşiyle birlikte, babaya çocuklarını taşıyacak,  
Henüz doğmamış olanlar bile, bir gün bu çocukları taşıyacak.


Dünyanın bilinen en eski şarkısı literatürde geçen adıyla “Bir Hurri İlahisin”, 1950′li yılların başında Suriye’nin kuzeyine rast gelen Ugarit şehrinde bulunan ve milattan önce 14. yüzyıla dayanan toprak tabletlerden çıkmıştır. California Üniversitesi’nde Asuroloji profesörlüğü yapan Anne Draffkorn Kilmer ise şarkının yorumu üzerinde tam 15 yıl çalışarak 1972 senesinde üretmiştir.
Tapınakta keşfedilen ilahi, Ugarit tanrıçası Nikkal için bestelenmiştir. Tabletlerde, ilahilerin arpla nasıl çalınacağına dair açıklamalar da mevcuttur. Arkeologların paha biçilemez kadar değerli olarak betimlediği nota tabletlerinin hepsi bugün Ulusal Şam Müzesi’nde sergilenmektedir.


Türkiye'de Üniversite Özerkliği Raporu

European University Association, Avrupa Üniversite Birliği, 2023 Üniversite özerklik raporunun otomatik çevirisini aşağıda bulabilirsiniz. 


Türkiye'deki kamu üniversitelerinin özerkliği ve yükseköğretim sistemi

Türkiye yükseköğretim sistemi, kamu üniversiteleri, kâr amacı gütmeyen vakıf üniversiteleri ve vakıf meslek yüksekokulları gibi çeşitli türde yükseköğretim kurumlarından oluşur. Kamu üniversiteleri, ağırlıklı olarak devlet tarafından finanse edilirken, vakıf üniversiteleri devlet desteği almaz. Hem kamu hem de vakıf üniversiteleri, sırasıyla Sayıştay ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından mali denetimden geçer. Türkiye'de özel üniversite kurulması mümkün değildir.

Yükseköğretim Kanunu, hem kamu hem de vakıf üniversiteleri için geçerlidir. Ancak, vakıf üniversitelerine finansal ve idari konularda daha fazla özerklik tanıyan özel hükümler vardır. Kamu üniversitelerinde çalışanlar memur statüsündeyken, vakıf üniversitelerinde çalışanlar özel sözleşmelerle istihdam edilir. Yönetim yapıları da farklıdır; vakıf üniversitelerinde en üst karar organı mütevelli heyetiyken, kamu üniversitelerinde bu görev senatoya aittir.

Türkiye'de toplamda 208 yükseköğretim kurumu bulunmaktadır ve bunların üçte ikisi kamu üniversiteleridir. Geri kalanlar ise vakıf yükseköğretim kurumlarıdır. Türkiye yükseköğretim sistemi, şu anda yaklaşık yedi milyon öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır ve bunların büyük çoğunluğu kamu üniversitelerinde, yaklaşık %11'i ise vakıf yükseköğretim kurumlarında eğitim görmektedir. Belirli gelişmelerin, özellikle yasal değişikliklerin, puanlama sistemine yansımayabileceği ve bu nedenle puanlama stabilitesinin sistemde bir değişiklik olmadığını gösterdiği şeklinde yorumlanmaması gerektiği belirtilmelidir.

2018 yılından bu yana, Türkiye Cumhurbaşkanı, ülkedeki tüm üniversitelerin rektörlerini seçme ve atama yetkisine sahiptir ve hakkında yasal soruşturma yürütülen bir rektörü görevden alma yetkisini de kullanabilir. Bu uygulama, Avrupa'da incelenen diğer yükseköğretim sistemlerinde bulunmamaktadır. Avrupa'da, üniversitelerin rektör seçiminde dış otoritelerin müdahalesi genellikle üniversitenin iç seçiminin resmi onaylanmasıyla sınırlıdır.

Türkiye'de rektör atama sürecine ilişkin mevcut kurallar, Avrupa üniversite camiasının kurumsal özerklikle uyumlu kabul ettiği genel ilkelerin ötesindedir. Bu nedenle, Türkiye'nin puanlaması bu bağlamda analiz edilmeli ve Autonomy Scorecard'daki (Özerklik Puan Kartı) konumu değerlendirilirken dikkatli olunmalıdır.

Kurumsal özerklik
Tüzükler
Üniversite tüzükleri, dış onay gerektirmeden değiştirilebilir; ancak bu değişikliklerin yürürlüğe girmesi için resmi gazetede yayımlanması gereklidir.

Yürütme liderliği
Önceden, rektör akademik topluluk tarafından yürütülen bir seçim sürecinden sonra Cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu. Oylama gizli oyla yapılırdı ve oyların en az yarısını akademik personelin katılımı oluştururdu. Oylama sonucunda YÖK, en çok oy alan altı adaydan üçünü seçerek nihai karar için önerirdi. Ancak 2018'den bu yana, rektörlerin seçimi ve atanması tamamen dış kaynaklı hale gelmiştir. YÖK, adayların başvurularını toplayıp değerlendirerek Cumhurbaşkanı'na nihai atama kararı için sunmaktadır.

Vakıf üniversiteleri söz konusu olduğunda, mütevelli heyeti kendi adayını YÖK'e sunar ve bu adayın Cumhurbaşkanı tarafından atanması için önerilir. Kanun, adayın akademik bir pozisyona sahip olması ve 67 yaşından büyük olmaması gerektiğini belirtir. Rektörün görev süresi dört yıldır ve bir kez uzatılabilir. Rektörler, suçlamalar veya disiplin nedenleriyle görevden alınabilir. Rektör ve diğer üniversite yöneticileri, onları atayan makamlar tarafından görevden alınabilir. Bu nedenle, hem kamu hem de vakıf üniversitelerinde, rektörün atanması ve görevden alınması yalnızca Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yetkisine tabidir. Bu yaklaşım, Özerklik Puan Kartı'nda incelenen sistemler arasında istisna teşkil etmektedir.

Yönetim organları
Kamu üniversitelerinde, karar alma yetkisini senato elinde tutan bir üniter yönetim modeli vardır. Senatonun üyeliği kanunla belirlenmiştir ve rektör, rektör yardımcıları, dekanlar, diğer akademik birimlerin başkanları ve her fakülte kurulu tarafından seçilen fakülte temsilcilerinden oluşur. Bazı durumlarda, öğrenciler ve dış üyeler oy hakkı olmaksızın katılabilirler. Rektörlük, günlük yönetimde senatoya destek olan yardımcı bir organ olarak, rektör, dekanlar ve fakülte kurulları tarafından seçilen üç temsilciden oluşan yürütme kuruluna sahiptir.

Son bir değişiklikle, kurulun (konsey tipi organ) başkanı ve başkan yardımcısının dış üyelerden seçilmesi gerekmektedir. Bu kişiler, üniversite senatosunun görüşü alındıktan sonra Bakanlar Kurulu tarafından atanır.

Yapılar
Fakülte veya diğer yapısal birimlerin açılması YÖK'ün onayını gerektirir. Üniversiteler, kâr amacı gütmeyen tüzel kişilikler oluşturabilir.

Mali Özerklik

Kamu Fonlarının Dağıtımı:
Türkiye, kamu fonlarının yıllık olarak kalem bazlı bir bütçe ile dağıtıldığı nadir sistemlerden biridir. Bu durum, üniversitelerin iç finansman dağılımında herhangi bir esneklik sağlamasına olanak tanımaz.


Mali Yönetim:
Kamu üniversitelerinin mali yönetimi, uygulanan düzenlemeler nedeniyle sınırlıdır. Kamu fonlarında fazlalık oluşması durumunda, bu fazlalığın kullanımı dış otoritenin onayına tabidir. Aynı şekilde, bu fonların dağıtımı da dış otoritenin iznine bağlıdır. Kamu üniversitelerinin finansal piyasadan borç alması yasaktır. Kamuya tahsis edilen mülkler de satılamaz. Vakıf üniversiteleri bu konuda daha fazla esneklik sağlasa da, 2020'den itibaren yeni gereksinimlere uymak zorundadırlar. Örneğin, en başarılı %15'lik dilimdeki öğrencileri devlet desteği olmaksızın ücretsiz okutmak zorundadırlar. Ayrıca, toplam öğrenci gelirlerinin %2'sini teminat olarak bir kamu bankasına aktarmaları gerekmektedir.

Harç Ücretleri:
2012 yılından bu yana, öğrencilerin normal öğrenim süresince herhangi bir harç ücreti ödemesi gerekmemektedir. Mezun olamayan öğrenciler, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenen bir ücret ödemek zorundadır. Üniversiteler, yabancı/uluslararası öğrenciler için harç ücretlerini belirleme esnekliğine sahiptir. Ancak, bu ücretler program maliyetlerinin en az 1.5 katı olmak zorundadır ve bu maliyetler üniversiteler tarafından Cumhurbaşkanlığı kararnamesine uygun olarak belirlenir. Harç politikalarındaki değişiklikler, 2012 öncesinde öğrencilerin finansal katkılarının gerçek maliyetlerin %10'u olarak sabitlenmiş olması nedeniyle, sistemde büyük bir mali değişikliğe yol açmamıştır.

Personel Özerkliği

İşe Alım:
Üst düzey akademik ve idari personel memur statüsündedir. Diğer personel kategorileri ise belirli süreli sözleşmelerle işe alınabilir. İdari personel alım süreçleri, merkezi olarak hükümet tarafından yürütülmektedir. YÖK, üniversitelerdeki akademik pozisyonlar için boş kadroları belirler. Ancak, bu pozisyonların işe alım süreçleri tamamen üniversiteler tarafından yürütülmektedir. Vakıf üniversiteleri ise akademik ve idari personeliyle sözleşme imzalar.



Maaşlar:
Kamu üniversitelerindeki akademik ve idari personelin maaşları, memur statüsünden dolayı merkezi hükümet tarafından belirlenir. Kamu üniversitelerinde aynı akademik unvana sahip akademik personel aynı maaşı alır. Ancak, akademik performansa dayalı ek ödemeler de yapılır. Vakıf üniversiteleri, kamu üniversitelerindeki maaşların altında maaş belirleyemez. Bu maaşlar, sözleşmelerinde belirtilir.

Kariyer:
Yükselme, yalnızca üst düzeyde bir pozisyonun boş olması durumunda mümkündür. Akademik unvan değişikliği, boş pozisyonun ilan edilmesini gerektirir. Tüm pozisyonlar ve boş kadro ilanları, YÖK onayından sonra resmi gazetede yayımlanır ve pozisyona uygun olan herkes başvurabilir. Memur statüsüne uygun olarak, profesörlerin ve doçentlerin görevden alınması sıkı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler, özel sözleşmeli diğer akademik personel için geçerli değildir. Üst düzey idari personelin görevden alınması da sıkı bir şekilde düzenlenmiştir.

Akademik Özerklik

Öğrenci Kabulü:
YÖK, genel öğrenci sayısının belirlenmesinde temel bir rol oynar; ancak 2017'den bu yana kotaların belirlenmesi için daha katılımcı bir yaklaşım benimsenmiştir. Çeşitli bakanlık temsilcileri ve ticaret odaları gibi özel kuruluşlardan oluşan Yükseköğretim Danışma Kurulu, ulusal düzeyde kotalar hakkında görüş bildirir. YÖK, kotaları üniversitelerle ayrı ayrı görüşür, ancak son kararı verir. Kotaların belirlenmesinde dikkate alınan kriterler arasında öğrenci/öğretim üyesi oranı, personel nitelikleri, fiziksel ve teknik altyapı gibi faktörler bulunur. Önlisans ve lisans programlarına öğrenci kabulü, ÖSYM tarafından yapılan merkezi sınavla düzenlenir. Önlisans ve lisans seviyesindeki kabul, üniversite ve dış otorite arasında ortak düzenlenir. Üniversite senatosunun teklifi üzerine, YÖK sınav prosedürü ve kabul kriterlerine karar verir.

Güzel sanatlar, müzik ve spor gibi bazı programlarda adayların değerlendirilmesi üniversitenin yetkisindedir. Yüksek lisans ve doktora seviyesindeki kabul ise tamamen üniversiteler tarafından düzenlenir.



Diploma Programları:
Lisans, yüksek lisans ve doktora seviyelerindeki tüm akademik programların başlatılması veya sonlandırılması, üniversite senatosunun önerisi üzerine YÖK'ün onayını gerektirir. Sonlandırma, üniversite veya YÖK tarafından yetersiz öğrenci kaydı nedeniyle başlatılabilir. Üniversite senatosu, tüm derece seviyelerindeki programlar için eğitim diline karar verebilir; ancak bu konuda YÖK ile önceden müzakere edilmesi gerekmektedir.

Dış Kalite Güvencesi:
Türk Yükseköğretim Kalite Kurulu (YÖKAK), 2015 yılında 'Yükseköğretim Kalite Güvencesi Yönetmeliği' kapsamında kurulmuştur. Kurul, 2017 yılında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na eklenen 35. Maddeye göre yeniden yapılandırılmış ve idari ve mali özerkliğe sahip bir kamu tüzel kişiliği statüsü kazanmıştır. 2020 yılından bu yana YÖKAK, Avrupa Kalite Güvence Dernekleri Birliği'nin (ENQA) tam üyesidir ve 2022 yılında Avrupa Kalite Güvencesi Kaydı'na (EQAR) kayıtlı bir ajans statüsü kazanmıştır. Yasa gereği, YÖKAK, yükseköğretim kurumlarının dış değerlendirmesini yapmak, akreditasyon ajanslarının yetkilendirme ve tanıma süreçlerini koordine etmek ve Türkiye'deki yükseköğretim kurumlarında kalite güvencesi kültürünün içselleştirilmesini ve yayılmasını sağlamakla sorumludur. YÖKAK, şu anda iki ana dış değerlendirme programı yürütmektedir: Kurumsal Dış Değerlendirme Programı (IEEP) ve Kurumsal Akreditasyon Programı (IAP) ve bunların takip süreçleri. Statülerine bakılmaksızın tüm üniversiteler, bu programlara dahil olmak üzere YÖKAK'a yıllık öz değerlendirme raporları sunmak zorundadır. Ayrıca, yükseköğretim kurumları gönüllü program ve kurumsal değerlendirmeler için diğer kalite güvence ajanslarını seçmekte serbesttir.

Sektörden Görüşler:
YÖK'e göre, Türk yükseköğretim sistemi şu anda, mevcut üniversitelerin neredeyse yarısının son yirmi yıl içinde kurulmuş olmasıyla birlikte önemli bir genişleme döneminin ardından bir geçiş sürecindedir. Bu geçiş dönemi, Türk yükseköğretim sistemi için hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurabilir. Kamu üniversitelerinin, vakıf üniversitelerine kıyasla nispeten düşük düzeyde kurumsal ve mali özerkliğe sahip olduğu gözlemlenmektedir. Kalite güvencesine ilişkin son reform, akademik özerklik alanında olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.





https://www.eua.eu/images/publications/autonomy_scorecard_country_profiles_batch_3.pdf

2024-08-26

Partenogenez nedir?

Partenogenez, dişi bireylerin döllenmeden üreme yeteneğine sahip olduğu bir üreme şeklidir. Bu üreme yöntemi, özellikle bazı böcekler, sürüngenler, balıklar ve bitkiler gibi organizmalarda gözlemlenir. Partenogenez sürecinde, bir dişi bireyin yumurtası, sperm hücresiyle döllenmeden embriyo geliştirebilir ve bu embriyo, genellikle dişi olan yeni bir birey olarak doğar. Partenogenez, türler arasında çeşitlilik sağlamak veya zorlu çevresel koşullara uyum sağlamak için evrimsel bir strateji olarak kabul edilir.

Hayatın örtüsü

Bir zamanlar, uzak diyarlarda, her insanın hayatını temsil eden bir örtüye sahip olduğu bir köy varmış. 

Bu örtüler, insanların yaşam yolculuklarını, sevdiklerini, hatıralarını ve hayallerini temsil eden özel bir kumaştan yapılmış. 

Örtülerin üzerinde, insanların hayatlarındaki kişilerin ağırlıkları yer alırmış. Bu ağırlıklar, kimi zaman hafif, kimi zaman ise oldukça ağır olabilirmiş. Herkesin örtüsü, kendi hayatının yansımasıymış.

Köyde bir genç kadın, Ayşe, kendi hayat örtüsünü büyük bir özenle taşırmış. Örtüsü, onun ailesini, dostlarını, hayallerini ve korkularını barındırırmış. Her bir ağırlık, hayatının bir parçasını temsil edermiş. Ayşe’nin örtüsü dengede, simetrik ve düzenliymiş; bu düzen ona güven ve huzur verirmiş. Her sabah örtüsünü eline aldığında, içindeki ağırlıkların birbirleriyle nasıl uyum içinde olduğunu izler, bu uyumun ona verdiği gücü hissedermiş.

Bir gün, Ayşe'nin hayatına yeni biri girmiş. Bu yeni kişi, örtüye eklenen ağır bir taş gibiymiş. Örtü, bu yeni ağırlıkla birlikte sallanmış, eski dengesini kaybetmiş. Ayşe, bu yeni şekle alışmakta zorlanmış. Örtünün bir kenarı aşağıya doğru çekilmiş, diğer kenarları ise yükselmişti. Ayşe, her sabah örtüsünü eline aldığında, bu yeni şekil karşısında kaygılanır, eski düzenini özler olmuş. Ancak bu yeni ağırlığı da reddedemiyormuş; çünkü onun varlığı, hayatına yeni bir anlam ve derinlik katıyormuş.

Günler geçtikçe, Ayşe'nin hayatına yeni ağırlıklar eklenmeye devam etmiş. Kimi zaman sevdiği birinin örtüden ayrılmasıyla hafifleyen, kimi zaman ise yeni dostluklarla ağırlaşan örtü, sürekli bir değişim içindeymiş. Bu değişimler, Ayşe'yi başlangıçta korkutsa da, zamanla hayatının bu yeni şekline uyum sağlamaya başlamış. Çünkü anlamış ki, her yeni ağırlık, ona hayatın farklı bir yönünü, farklı bir güzelliğini gösteriyormuş.

Bir gün, Ayşe eski örtüsünü anımsarken, yeni örtüsüne baktı ve içinde derin bir huzur buldu. Eskiden simetrik ve düzenli olan örtüsü artık eğimli, dalgalı ve belki de biraz karmaşıktı. Fakat bu karmaşıklık, hayatının zenginliğini, yaşanmışlıklarını ve sevgilerini temsil ediyordu. 

Ayşe, hayatındaki bu değişimlerin onun kimliğini nasıl şekillendirdiğini, ona nasıl güç verdiğini fark etti. Artık örtüsünün yeni şekline bakmak, ona kaygı değil, mutluluk veriyordu. Çünkü o örtü, hayatının derinliklerini, iniş çıkışlarını ve her şeyden öte, kendi yolculuğunu yansıtıyordu. Bu yolculukta, her ağırlığın, her taşın kendi yerinde olması gerektiğini, hiçbirinin rastgele yerleşmediğini anladı.

Sonunda, Ayşe örtüsünü gururla taşımaya devam etti. Örtüsü ne kadar değişirse değişsin, onun için en değerli şey, hayatının bu değişimler sayesinde anlam kazandığını ve her yeni ağırlığın, ona yeni bir hikaye kattığını bilmekti. 

2024-08-25

Hurma turşusu

Hurma turşusu oldukça ilginç ve sıra dışı bir tarif.

Geleneksel turşu tariflerinden farklı olarak, sirke yerine ekşilik verici malzemeler (limon,  sumak ve demirhindi) kullanılıyor. Bu malzemeler, turşuya benzersiz bir lezzet katabilir. Ayrıca, hurma gibi tatlı bir meyvenin ekşilikle harmanlanması, zıt tatların dengeli bir birleşimini sunar.

Tarifin detaylarına bakacak olursak, sumak ve demirhindinin suyla karıştırılarak doğal bir ekşilik yaratılması, lezzet katmanlarını derinleştirir. Limon suyu ve baharatlar ise turşunun aromasını zenginleştirir. 

Sarımsağın opsiyonel olması, kişisel tercihe göre lezzetin ayarlanmasına olanak tanır.

Bu tarif, özellikle sirke tüketemeyenler için alternatif bir turşu seçeneği sunuyor ve geleneksel turşu tariflerinden farklı bir deneyim arayanlar için de ilginç olabilir. Ve hurmanın tatlılığı ile diğer ekşi malzemelerin dengesi, damak zevkine göre kişiselleştirilebilir.

Sonuç olarak, hurma turşusu farklı tatlar arayanlar için denemeye değer, egzotik ve yaratıcı bir tarif.

Hurma turşusu

Sirkesiz hazırlanan bu turşu, sirke sevenlerin de çok beğendiği bir turşudur.

1 - Hurma bir kilo
2 - Ezilmiş sumak yarım kilo
3 - Demir Hindi yarım kilo
4 - Limon suyu bir bardak
5 -Dilerseniz sarımsak bir demet 
6 - Ezilmiş baharat -Yaklaşık bir ila iki yemek kaşığı tuz, tarçın, biber 

Nasıl hazırlanır:

Sumağı iki veya üç bardak suya batırıp ekşisini vermesini sağlıyoruz ve su ekşi hale geliyor. 

Demir Hindiyi da bir veya iki bardak suya ıslatıp,  en az 24 saat bekletiyoruz. 

Demirhindi de ekşidir, sumak suyu da, limon suyu da.  Demihindi suyunu süzüp, limon suyuyla karıştırıp birkaç kez kaynattıktan sonra süzüyoruz.  Hurmaları değirmenden geçirip sumak suyu, Demirhindi suyu ve kaynamış limon suyuyla karıştırıyoruz. 

Hurma tamamen erimiş oluyor.  Ve bu karışımı bir iki kere kaynatıp baharatları ekleyip karıştırıyoruz.

Eğer sarımsak kullanmak istiyorsak sarımsağı biraz limon suyu ile kaynatıp, sonra yumuşayıncaya kadar ezip - karıştırıyoruz. İstediğimiz kadar sarımsak ezmesini turşuya katıyoruz.

Oubaitori neşir?

Oubaitori (桜梅桃李), Japonca'da "sakura," "ume," "momo," ve "ri" kelimelerinin birleşiminden oluşur ve sırasıyla kiraz ağacı (sakura), erik ağacı (ume), şeftali ağacı (momo) ve eriğin bir türü olan Çin eriğini (ri) temsil eder. Bu terim, farklı ağaçların farklı zamanlarda çiçek açmasını ve her birinin kendi doğal güzelliğine sahip olmasını simgeler.

Oubaitori kavramı, Japon kültüründe bireysel farklılıkların ve kişisel gelişimin vurgulanması anlamında kullanılır. Her ağacın farklı özelliklere ve çiçek açma zamanlarına sahip olması, insanların da farklı yetenekleri, karakterleri ve yaşam yolları olduğunu ifade eder. Bu felsefe, her bireyin kendine özgü bir güzelliği olduğunu ve bu farklılıkların kutlanması gerektiğini belirtir.

Oubaitori'nin Anlamı ve Felsefesi:
- Bireysel Farklılıklar: Her bireyin kendine has güçlü yönleri ve gelişme yolları vardır. Oubaitori, bu farklılıkların değerini anlamayı ve başkalarıyla kıyaslama yapmadan, kendi potansiyelini gerçekleştirmeyi teşvik eder.
 
- Kıyaslamadan Kaçınma: Bu kavram, bireylerin kendi gelişim süreçlerine odaklanmaları gerektiğini ve başkalarıyla kıyaslamaktan kaçınmaları gerektiğini vurgular. Her ağaç farklı bir zamanda çiçek açar ve hepsi eşit derecede güzeldir; aynı şekilde her insanın da kendine has bir zamanı ve yolu vardır.

- Doğal Gelişim: Oubaitori, doğal süreçlere saygı duymayı ve bireylerin doğal hızlarında gelişmelerine izin vermeyi savunur. Bir kişinin gelişimi, çevresel etkilerden, kişisel deneyimlerden ve doğal eğilimlerden etkilenir, bu yüzden herkesin yolu farklıdır.

Bu kavram, özellikle Japon eğitim sisteminde ve kişisel gelişim alanında bireylerin farklılıklarını anlamak ve onları kutlamak amacıyla kullanılır. Oubaitori, herkesin kendi özgün yolunu bulması ve bu süreçte kendine karşı sabırlı ve nazik olması gerektiğini hatırlatan bir felsefeyi ifade eder.

Kaizen nedir?

Kaizen (改善), Japonca bir terim olup "iyileştirme" veya "sürekli gelişim" anlamına gelir. Bu kavram, iş dünyasında ve kişisel gelişimde sürekli ve aşamalı iyileştirmeyi ifade eden bir felsefeyi temsil eder.

Kaizen felsefesi, küçük ama sürekli adımlarla ilerlemeyi teşvik eder. Büyük değişiklikler veya devrim niteliğinde dönüşümler yerine, süreçlerin, sistemlerin ve kişisel davranışların sürekli olarak iyileştirilmesine odaklanır. Bu yaklaşım, zamanla büyük farklar yaratabileceğine inanır.

Kaizen'in Uygulama Alanları:

1. İş Dünyası: Kaizen, genellikle Japonya'da iş süreçlerinde verimliliği artırmak, kaliteyi iyileştirmek ve israfı azaltmak için kullanılan bir yönetim stratejisidir. Toyota'nın üretim sistemi gibi dünyaca ünlü süreçlerde bu felsefe temel alınır. Kaizen, çalışanların, her düzeydeki süreci ve ürünleri iyileştirme konusunda aktif olarak katılımını teşvik eder.

2. Kişisel Gelişim: Kaizen, bireylerin kişisel hedeflerine ulaşmalarında da kullanılabilir. Örneğin, bir kişinin bir beceri üzerinde her gün küçük bir adım atarak çalışması, zamanla o konuda ustalaşmasını sağlar. Kaizen, kişisel alışkanlıkları ve rutinleri sürekli olarak iyileştirerek daha iyi bir yaşam tarzı elde etmeyi teşvik eder.

Kaizen'in Prensipleri:

- Süreklilik: İyileştirme süreci asla sona ermez; her zaman bir şeyleri daha iyi yapmanın yolları vardır.
- Küçük Adımlar: Büyük değişiklikler yerine küçük, yönetilebilir adımlar atmak önemlidir.
- Katılım: Tüm çalışanlar veya bireyler iyileştirme sürecine dahil olmalıdır.
- Şeffaflık: Herkesin neyin, nasıl yapıldığını ve neden yapıldığını anlaması gerekir.
- İsrafın Azaltılması: Her türlü israfın (zaman, kaynak, enerji vb.) azaltılması hedeflenir.

Kaizen, bireysel ve kurumsal düzeyde sürekli iyileştirmeyi teşvik eden, sonuç olarak daha verimli, tatmin edici ve başarılı bir yaşam veya iş ortamı oluşturmayı amaçlayan bir yaklaşımdır.

Kintsugi nedir?

Kintsugi (金継ぎ), Japon kültürüne ait bir sanat formudur ve kelime anlamı "altınla birleştirme" veya "altınla tamir" anlamına gelir. Bu sanat, kırılan seramik veya porselen eşyaların parçalarının altın, gümüş veya platin gibi değerli metallerle yapıştırılarak onarılması işlemidir.

Kintsugi'nin ardındaki felsefe, hasarın ve onarımın bir nesnenin tarihinin bir parçası olarak kabul edilmesi ve bu sürecin kutlanması gerektiği yönündedir. Bu yaklaşım, Japon estetik anlayışının önemli bir kavramı olan "wabi-sabi" (侘寂) ile de yakından ilişkilidir. Wabi-sabi, kusurlulukta güzellik bulma ve geçiciliği takdir etme anlayışını ifade eder. Kintsugi, bir nesnenin kırılmasını, hasarını ve onarımını o nesnenin tarihinin bir parçası olarak kabul eder ve bu tarih boyunca güzelliği yeniden yaratır.

Kintsugi'nin uygulama süreci de oldukça özeldir. İlk olarak kırık parçalar bir araya getirilir ve ardından bu parçalar bir reçine ile yapıştırılır. Reçine kuruduktan sonra, çatlakların üzeri altın tozu karıştırılmış bir vernikle kaplanır. Sonuçta, kırık yerler daha belirgin hale gelir ve bu kusurlar, nesnenin yeni güzelliği ve karakteri olarak kabul edilir.

Bu sanat, bir yandan nesnelere ikinci bir hayat kazandırırken, diğer yandan hayatın kaçınılmaz darbelerine karşı olumlu bir bakış açısı sunar. Kintsugi, yaşamın kırılganlığı ve kırılganlığın ardındaki güzellik hakkında derin bir mesaj taşır.

Kintsugi'nin felsefi boyutu, kişisel gelişim ve iyileşme süreçlerine de uygulanabilir; bu anlayışa göre, insanın yaşadığı zorluklar ve bu zorluklardan sonra kazandığı deneyimler, kişinin gerçek güzelliğini ortaya çıkarır.

Gaman nedir?

Gaman (我慢), Japonca bir terimdir ve "sabır", "dayanıklılık" veya "direnme" anlamlarına gelir. Ancak, bu terimin taşıdığı anlam, sadece fiziksel ya da zihinsel bir sabırdan ibaret değildir; aynı zamanda zorluklara, sıkıntılara veya acılara karşı onurlu bir şekilde katlanmayı ifade eder.

Gaman kavramı, Japon kültüründe önemli bir yere sahiptir ve bireylerin toplum içindeki rollerini ve sorumluluklarını yerine getirmeleri için gerekli görülen bir erdem olarak kabul edilir. Japonya'da insanlar, sıkıntılı durumlar karşısında duygularını kontrol etmeye, şikayet etmemeye ve durumu onurlu bir şekilde karşılamaya teşvik edilirler. Bu, bireysel ve toplumsal uyumun sağlanmasında önemli bir unsurdur.

Gaman ayrıca Japonya'nın tarihsel ve kültürel bağlamında büyük bir öneme sahiptir. Özellikle doğal afetler, savaşlar veya ekonomik zorluklar gibi büyük felaketler karşısında, Japon halkı bu erdemi sergileyerek toplumsal dayanışmayı ve direnci korumuştur. Bu terim, bireylerin kendi zorluklarını içselleştirip, başkalarını rahatsız etmeden bu zorluklarla başa çıkma anlayışını da kapsar.

Özetle, Gaman Japon kültüründe derin bir sabır, özdenetim ve direnç kavramını temsil eder. Bu, kişisel zorluklar karşısında sergilenen metanet ve toplumun genel huzurunu koruma sorumluluğu olarak görülür.

Shikata ga nai nedir?

"Shikata ga nai" (仕方がない) veya "shikata nai" ifadesi, Japonca bir deyimdir ve "yapacak bir şey yok," "kaçınılmaz," veya "buna katlanmaktan başka çare yok" gibi anlamlara gelir. 

Bu ifade, Japon kültüründe derin bir anlam taşır ve genellikle kontrol edilemeyen veya değiştirilemeyen durumlarla karşılaşıldığında kullanılır. 

Japonya'da, bu ifade, bir çeşit kabul veya teslimiyet duygusunu yansıtır. Bu, sadece bireysel bir sabır veya tahammül göstergesi değil, aynı zamanda daha geniş bir sosyal ve kültürel anlayışın parçasıdır. İnsanlar, zorluklar karşısında şikayet etmeden veya mücadele etmeden durumu kabul etme eğiliminde olabilirler, çünkü bunun değiştirilemez olduğuna inanırlar. Bu anlayış, Japonların kriz anlarındaki sakin ve disiplinli davranışlarında da kendini gösterir.

Tarihsel olarak, "shikata ga nai" ifadesi, Japonların savaş, doğal felaketler veya diğer büyük zorluklar karşısında gösterdikleri dayanıklılığı ve kararlılığı simgeler. Bu terim, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri'nde Japon kökenli Amerikalılar arasında, zorunlu kamplarda yaşadıkları deneyimleri anlatmak için sıkça kullanılmıştır. Bu insanlar, zorluklarla karşılaştıklarında bu ifadenin ruhunu taşıyarak dayanmışlardır.

Kısacası, "shikata ga nai," Japon kültüründe kadercilik, sabır ve dayanıklılıkla özdeşleşmiş önemli bir ifadedir.

2024-08-24

Lemerence nedir?

Limerence, bir kişinin başka bir kişiye karşı yoğun, takıntılı bir şekilde duygusal ve romantik bağlılık hissetmesi durumudur. Bu durum genellikle karşılıksız bir aşkı veya yoğun bir hayranlığı ifade eder. Limerence, kişinin sürekli olarak sevdiği kişi hakkında düşünmesine, onunla ilgili hayaller kurmasına ve genellikle karşılıksız olan bu duyguların verdiği yoğun arzu ve heyecanı yaşamasına yol açar. Bu duygular, aşkla karıştırılabilir, ancak limerence genellikle daha takıntılı ve tek taraflı bir yapıya sahiptir.

2024-08-23

Michael Shermer kimdir?

Michael Shermer, Amerikalı bir yazar, tarihçi ve bilim adamıdır. Bilimsel kuşkuculuk ve eleştirel düşünme konusunda tanınmış bir isimdir. Aynı zamanda, "Skeptic" dergisinin kurucusu ve yayıncısıdır ve Skeptics Society'nin başkanıdır. Bu organizasyon, sahte bilim, abartılı iddialar ve mantıksız inançlara karşı bilimsel ve eleştirel yaklaşımlar geliştirmeyi hedefler.

Shermer, evrim, din, bilim ve inançlar üzerine birçok kitap yazmıştır. En bilinen eserleri arasında "Why People Believe Weird Things" (İnsanlar Neden Garip Şeylere İnanır?) ve "The Believing Brain" (İnanan Beyin) yer alır. Çalışmaları, bilimin yaygınlaştırılması ve bilimsel düşüncenin savunulması üzerine odaklanmıştır. Ayrıca, çeşitli medya organlarında, konferanslarda ve üniversitelerde bilimsel kuşkuculuk ve eleştirel düşünme üzerine konuşmalar yapmaktadır.

Müzikte Yapay Zeka Tartışmaları

Ses Tasarımında Yapay Zeka: Devrim mi, Tehdit mi?

Yapay zeka, müzik ve ses tasarımı alanında devrim yaratırken, tartışmaları da beraberinde getiriyor: Yapay zeka, ses tasarımcılarının işlerini mi elinden alacak yoksa onların en büyük yardımcısı mı olacak? Yapay zekanın yetenekleri, yaratıcı süreçleri otomatikleştirip yenilikçi müzikal fikirler üreterek yaratıcı dünyayı yeniden şekillendiriyor.

Ancak, ses tasarımındaki yaratıcılık, sezgi ve duygusal derinlik gibi insana özgü dokunuşlar hâlâ vazgeçilmez bir alan olarak öne çıkıyor.

Bu yazıda, 20 yılı aşkın deneyime sahip ses tasarımcısı ve besteci Roman Ponomarenko, yapay zekanın ses tasarımındaki dönüştürücü potansiyelini ve bu durumun müziğin geleceği için ne anlama geldiğini inceliyor.

Müzikte Yapay Zeka Tartışmaları

Yapay zeka, müzik ve ses tasarımı alanında büyük ilerlemeler kaydediyor. Ancak, gelecekte bu sofistike yapay zeka, insan profesyonellerin yerini alabilir mi? Bu karmaşık konu, heyecan verici fırsatlar ve zorlu meydan okumalar içeriyor.

Yapay zeka, ses yaratımı ve işleme alanında etkileyici yetenekler sergileyerek görevleri hızlandırıyor, yeniliği teşvik ediyor. Örneğin, günümüzde yapay zeka, kayıtların ve müzik kompozisyonlarının kalitesini artırmak için kullanılıyor. AI tabanlı sistemler, ses dosyalarını hızla analiz edip iyileştirme önerilerinde bulunabiliyor. Daha önce saatler süren manuel işler, yapay zekanın sağladığı araçlarla daha hızlı ve verimli hale geliyor.

Bununla birlikte, ses tasarımı yalnızca teknik işlemlerden ibaret değildir; bu bir sanattır ve yaratıcılık, sezgi ve empati gerektirir. Bu insani özellikler, ses tasarımında hâlâ eşsiz bir dokunuşu ifade ediyor.

Yapay zeka, müzik üretiminde birçok soruyu ve tartışmayı gündeme getiriyor. Yapay zeka, gerçekten insan müzisyenlerin yerini alabilir mi? AI tarafından üretilen müzik, duygular uyandırabilir ve farklı durumlar için doğru atmosferi oluşturabilir mi? Yapay zeka daha da sofistike hale geldikçe, ses tasarımcıları ve besteciler bu değişikliklere nasıl uyum sağlayacak?

Bu sorular, yapay zeka ile müzik ve ses tasarımındaki insan unsurlar arasındaki karmaşık ilişkiyi vurguluyor.

Yapay Zekanın Ses Tasarımındaki Güncel Yetkinlikleri

Yapay zeka, müzik yaratımı ve ses tasarımı ile ilgili çeşitli görevleri yerine getirebiliyor:

- Üretken Müzik: Yapay zeka, mevcut müzik parçalarını analiz ederek yeni müzikler besteleme yeteneğine sahip.
- Ses Analizi ve İşleme: Yapay zeka, ses dosyalarını analiz ederek ses kalitesini iyileştirebilir, gürültüleri kaldırabilir ve algoritmik mastering gerçekleştirebilir.
- Otomatik Müzik Oluşturma: Yapay zeka, videolara uygun müzikleri seçebilir ve videoların ruh haline ve temposuna uygun müzikler oluşturabilir.

Yapay Zekanın Avantajları ve Sınırlamaları

Avantajlar:

- Hız ve Verimlilik: Yapay zeka, büyük miktarda veriyi hızla işleyerek müzik ve ses üretim süresini kısaltır.
- Erişilebilirlik: Yapay zeka, stüdyo veya pahalı ekipman gerektirmez. Günümüzün yapay zeka teknolojileri, daha fazla insanın müzik ve ses yaratımı için kullanabileceği şekilde giderek daha erişilebilir hale geliyor.
- Güvenilirlik: Yapay zeka yorulmaz, ilham eksikliği yaşamaz ve hatalar yapmaz.

Sınırlamalar:

- Yaratıcılık ve Özgünlük Eksikliği: Yapay zeka, genellikle eğitildiği verilerle sınırlıdır. Gerçekten özgün eserler yaratmakta zorlanır.
- Duygusal Derinlik Eksikliği: Müzik ve ses, duygusal nüanslar taşır ve yapay zekanın bunları insan müdahalesi olmadan yeniden üretmesi zordur.
- Bireysellik: Her besteci, ses tasarımcısı ve müzisyenin çalışması benzersizdir ve kişisel tarzını yansıtır.

Geleceğe Bakış

Sonuç olarak, yapay zeka ve yeni teknolojiler, müzisyenler ve ses tasarımcıları için yeni yaratıcı olanaklar sunarak bu alanları zenginleştiriyor. Ancak, yapay zekanın yakın gelecekte insanları tamamen ikame etmesi pek olası görünmüyor. Bu, esas olarak, müzik ve film seslerinin oluşturulmasının bağlam ve insan duygularının derinlemesine anlaşılmasını gerektirmesinden kaynaklanıyor.

https://hackernoon.com/artificial-intelligence-in-sound-design-a-revolution-or-a-threat?source=rss

Bizarro World nedir?

Bizarro World, DC Comics evrenine ait bir kavramdır ve genellikle Superman çizgi romanlarında karşımıza çıkar. Bizarro World, "Htrae" adlı bir gezegendir (Earth'ün tersten yazılmış hali) ve bu gezegende her şey tam tersine işleyen bir şekilde tasvir edilir. Bizarro World'de, doğru olan yanlış, güzel olan çirkin, akıllı olan aptal olarak kabul edilir.

Bizarro Karakteri:
- Bizarro: Superman'in bir klonudur ama başarısız bir kopyadır. Bizarro, Superman'in güçlerine sahiptir ancak onun zıddı bir kişiliğe ve düşünce tarzına sahiptir. Örneğin, Bizarro doğruyu yanlış olarak anlar ve iyi olanı kötü olarak görür. Bu nedenle, genellikle Superman'in kahramanca eylemlerinin tam tersini yapar.
 
Bizarro World'ün Özellikleri:
- Tersine Dünya: Bizarro World'deki her şey Dünya'daki normal düzenin zıddıdır. Binalar çarpıktır, insanlar mantıksız davranır ve her şeyde bir terslik vardır. Örneğin, insanlar "merhaba" demek yerine "hoşçakal" der, güzellik çirkinlikle eş anlamlıdır.
 
- Toplumsal Yapı: Bu dünyada yanlış olan şeyler doğru kabul edilir ve toplum da buna göre şekillenmiştir. Örneğin, Bizarro World'de kahramanlar kötü olarak görülürken, kötü karakterler kahraman olarak kabul edilir.

Bizarro World, DC Comics evreninde absürd bir mizah unsuru olarak kullanılır. Superman gibi ciddi ve ahlaki değerlere sahip bir karakterin tam tersine, Bizarro'nun dünyası ve karakterleri komik ve alaycı bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu dünya ve karakterler, çizgi romanlarda ve animasyonlarda sıkça karşımıza çıkarak okuyuculara eğlenceli ve düşündürücü hikayeler sunar.

Fraksiyonel kuantum Hall etkisi

Fraksiyonel kuantum Hall etkisi (Fractional Quantum Hall Effect, FQHE), kuantum mekaniği ve yoğun madde fiziği alanlarında önemli bir fenomendir. İlk kez 1982 yılında Daniel C. Tsui, Horst L. Störmer ve Arthur C. Gossard tarafından keşfedilen bu etki, kuantum Hall etkisinin bir varyantıdır ve elektronların davranışında ortaya çıkan olağanüstü kuantum etkilerini gösterir.

### Temel Kavramlar:
- Kuantum Hall Etkisi: Bir yarıiletken cihazın iki boyutlu elektron gazı, düşük sıcaklık ve güçlü manyetik alan altında yerleştirildiğinde, elektronlar manyetik alanın etkisiyle dairesel hareketler yapar. Bu durumda, elektrik iletkenliği kuantumlanır, yani belirli adımlarla değişir. Bu fenomen integer (tam sayı) kuantum Hall etkisi (IQHE) olarak bilinir ve Hall iletkenliği belirli tam sayıların kesirleri olan Planck sabiti ve elektron yükü oranları ile belirlenir.

- Fraksiyonel Kuantum Hall Etkisi (FQHE): IQHE'den farklı olarak, FQHE'de Hall iletkenliği, tam sayıların kesirli değerleri olarak gözlemlenir. Bu durum, elektronların bağımsız parçacıklar gibi değil, daha karmaşık bir kuantum sıvı olarak davrandığını gösterir. Bu sıvının temel bileşenleri, fraksiyonel yüklere sahip olan ve anyonlar olarak bilinen kuasiparçacıklardır. Bu, klasik fizik ve tam sayı kuantum Hall etkisi ile açıklanamayan bir durumdur ve yalnızca kuantum mekaniği çerçevesinde anlaşılabilir.

### Önemli Özellikler:
- Kuasiparçacıklar ve Fraksiyonel Yükler: FQHE'nin en dikkat çekici özelliği, elektronların birbirleriyle güçlü bir şekilde etkileşimde bulunması nedeniyle, sistemin kuasiparçacıklarının fraksiyonel elektrik yüklerine sahip olmasıdır. Örneğin, bazı fraksiyonel durumlarda bu kuasiparçacıkların yükü elektron yükünün sadece 1/3'ü kadardır.
 
- Topolojik Koruma: FQHE, topolojik olarak korunan bir fazdır. Yani, sistemin küresel topolojik özellikleri küçük bozulmalardan etkilenmez. Bu topolojik koruma, FQHE'nin kuantum bilgi işlemede potansiyel olarak kullanılabileceği anlamına gelir, çünkü topolojik koruma, kuantum bitlerinin (qubit'lerin) uzun süre bozulmadan kalmasına yardımcı olabilir.

Fraksiyonel kuantum Hall etkisi, kuantum mekaniği, manyetik alanlar ve yoğun madde fiziği alanlarında önemli teorik ve deneysel çalışmalara yol açmıştır. Bu fenomen, kuantum bilgisayarlar gibi ileri teknolojilerin geliştirilmesinde de önemli bir rol oynayabilir.

Negatif dolanıklık entropisi nedir?

Negative entanglement entropy, kuantum bilgi teorisi ve kuantum mekaniği alanlarında incelenen bir kavramdır. Genel olarak, entanglement entropy (dolanıklık entropisi), kuantum dolanıklık durumlarının karmaşıklığını ölçmek için kullanılır. Bu entropi, iki veya daha fazla kuantum sisteminin birbirine dolanmış olduğu durumlarda, bir sistemin durumu hakkında sahip olunan belirsizlik miktarını ifade eder.

Dolanıklık entropisi genellikle pozitif bir değere sahiptir, çünkü dolanıklık arttıkça belirsizlik de artar. Ancak bazı özel durumlarda, özellikle kuantum alan teorisi ve kuantum yerçekimi gibi teorilerde, bu entropinin negatif değerler aldığı gözlemlenmiştir. Bu negatif değerler, kuantum sistemleri arasındaki korelasyonların klasik sistemlerden farklı olduğuna işaret eder. 

Negatif entanglement entropy, genellikle klasik bilgi teorisinde gözlemlenmeyen bu tür kuantum etkilerinin göstergesi olarak yorumlanır ve kuantum durumlarının sıradışı yapısını yansıtır. Bu tür bir negatiflik, kuantum bilgi kuramında derinlemesine incelenen ve kuantum sistemlerin doğal olmayan özelliklerini açıklamaya çalışan bir fenomen olarak kabul edilir. 

Bu kavram, özellikle kara delikler, holografi ve kuantum alan teorisi gibi alanlarda önemli bir rol oynar. Örneğin, holografik prensiplerle ilgili çalışmalarda, negatif entanglement entropy, uzay-zamanın yapısına dair derin bilgiler sunabilir.

Dayanıklılığın Sırrı: Bağırsağınız ve Beyninizde Gizli

Dayanıklılığın Sırrı: Bağırsağınız ve Beyninizde Gizli

Yeni bir araştırma, dayanıklı bireylerin sağlıklı beyin fonksiyonlarına ve bağırsak mikrobiyotasına sahip olduğunu belirledi. UCLA Health tarafından yapılan bu çalışma, dayanıklı bireylerde bilişsel ve duygusal düzenleme bölgelerinde belirgin beyin aktiviteleri ve sağlıklı bağırsak mikrobiyota faaliyetleri olduğunu ortaya koydu. Araştırmada, bu kişilerin bağırsak mikrobiyotasının düşük inflamasyon ve daha iyi bağırsak sağlığı ile ilişkilendirilen metabolitler ürettiği belirlendi.

Araştırmaya katılanlar, dirençlilik derecelerine göre iki gruba ayrıldı. Yüksek dirençlilik gösteren grup, daha az kaygılı ve depresif olup, duygusal düzenleme ve bilişsel işlevlerle ilgili beyin bölgelerinde daha fazla aktivite gösterdi. Aynı grup, sağlıklı bir bağırsak mikrobiyotasına sahip olup, düşük inflamasyon ve güçlü bir bağırsak bariyeri ile ilişkilendirilen gen aktiviteleri sergiledi.

Araştırma ekibi, dayanıklılığı artırmak için müdahalelerin beyin ve bağırsak mikrobiyota aktivitelerini değiştirebileceğini araştırmayı planlıyor. Bu tür müdahaleler, gelecekte hastalıkları önleyebilecek potansiyele sahip olabilir.

https://scitechdaily.com/the-secret-to-resiliency-its-in-your-gut-and-brain/


2024-08-22

Kabilecilik veya tribalism nedir?

"Kabilecilik" (İngilizce: tribalism), insanların kendilerini belirli bir grup, topluluk veya "kabile" ile güçlü bir şekilde özdeşleştirmesi ve bu grubun üyeleriyle güçlü bir bağ kurması anlamına gelir. Bu bağlamda "kabile" terimi, modern anlamda etnik ya da coğrafi bir grup değil, aynı değerleri, inançları veya kimlikleri paylaşan herhangi bir grup anlamında kullanılır.

Kabilecilik, insanlık tarihinin çok eski dönemlerinden beri var olan bir olgudur. İlk insanların hayatta kalabilmek için küçük gruplar halinde organize olması, bu kabilecilik anlayışının temelini oluşturur. Bu gruplar, birlikte avlanır, savunma yapar ve kaynakları paylaşarak hayatta kalırlardı. Bu bağ, bireylerin kimliklerini şekillendirdi ve grup içi dayanışmayı artırdı.

Modern dünyada, kabilecilik kendini farklı şekillerde gösterebilir. Bu, etnik veya dini gruplar, siyasi partiler, sosyal sınıflar, spor takımları veya hatta belirli ideolojilere bağlı topluluklar gibi farklı bağlamlarda ortaya çıkabilir. Kabilecilik, grup içindeki bireylerin birbirlerine olan bağlılıklarını güçlendirirken, diğer gruplara karşı düşmanlık, önyargı veya ayrımcılık geliştirmelerine de neden olabilir.

Joshua Greene'in Moral Tribes kitabında ele aldığı kabilecilik kavramı, insanların ahlaki değerler ve inançlar etrafında toplanarak farklı "kabileler" oluşturduğu fikrini temel alır. Bu ahlaki kabileler, farklı toplumların veya bireylerin birbirlerine karşı hoşgörüsüz olmasına ve ahlaki çatışmaların doğmasına yol açabilir. Greene, bu tür çatışmaların üstesinden gelmek için "ahlaki uzlaşma" ve "global işbirliği" kavramlarını öne sürer. 

Kabilecilik, grup dayanışması ve kimlik duygusu yaratmada güçlü bir araç olabilir, ancak aynı zamanda, dış gruplara karşı önyargılar ve çatışmaların temelini de oluşturabilir. Bu nedenle, kabilecilik hakkında farkındalık ve eleştirel bir bakış açısı geliştirmek, daha geniş ve kapsayıcı bir toplumsal uyumun sağlanmasında önemlidir.

Persona'dan vazgeçmek

"İnsanın hayatta alabileceği en radikal tavır, vaktiyle hayatta kalmak için takındığı persona’dan vazgeçmesidir" sözü, insanın kimlik, kişisel gelişim ve toplumsal rollerle olan ilişkisini derinlemesine ele alan bir ifadedir. Bu sözü analiz ederken birkaç ana noktayı vurgulayabiliriz:

1. Persona ve Maskeler:
   - Persona, Carl Jung’un psikolojik teorisinde, bir kişinin toplum içinde oynadığı roldür, yani bir tür "maske"dir. Bu maske, bireyin toplumda kabul görmesi, uyum sağlaması ve hayatta kalması için takındığı bir tavırdır. Bir insanın persona’sı, toplumun beklentilerine ve normlarına uyacak şekilde şekillenir. Ancak, bu maske, kişinin gerçek benliğini yansıtmayabilir, sadece dış dünyanın baskılarına ve ihtiyaçlarına bir tepkidir.

2. Hayatta Kalma İçin Persona Kullanımı:
   - İnsanlar, hayatta kalmak veya başarılı olmak için çeşitli rollere bürünürler. Bu roller, kişinin öz benliğinden sapmalar gerektirebilir. Örneğin, bir kişi, iş dünyasında güçlü ve rekabetçi bir persona sergileyebilir, oysa içsel olarak daha nazik veya yumuşak başlıdır. Bu persona, bireyi belirli zorluklara karşı korur ve hayatta kalmasını sağlar. Ancak, bu maske uzun süre kullanıldığında, kişi kendi özünden uzaklaşabilir ve gerçek benliğiyle bağını kaybedebilir.

3. Radikal Tavır:
   - Bu söze göre, bir kişinin vaktiyle hayatta kalmak için geliştirdiği personadan vazgeçmesi, alabileceği en radikal tavırdır. Bu, bireyin toplumsal beklentilere, dış baskılara ve belki de kendi geçmişine karşı bir başkaldırıdır. Bu, derin bir içsel dönüşümü ve kendine sadık kalma cesaretini gerektirir. Birey, artık dış dünyanın beklentilerine göre değil, kendi içsel gerçekliği ve değerleri doğrultusunda hareket etmeye karar verir.

4. Öz Benlik ile Yüzleşme:
   - Persona’dan vazgeçmek, kişinin kendi öz benliğiyle yüzleşmesi anlamına gelir. Bu süreç, bireyin içsel dünyasına dönmesini, kendi değerlerini, arzularını ve kimliğini yeniden keşfetmesini sağlar. Bu tür bir dönüşüm, genellikle zorlayıcı ve acı verici olabilir, çünkü kişi yıllardır sakladığı veya bastırdığı duygular ve kimlik unsurlarıyla karşı karşıya gelir.

5. Toplumsal Normlara Karşı Direniş:
   - Persona’yı bırakmak, genellikle toplumsal normlara, beklentilere ve alışkanlıklara karşı bir direniş anlamına gelir. Toplum, bireylerden belirli roller ve davranışlar bekler, ancak kişi bu rollerden vazgeçtiğinde, toplum tarafından dışlanma, eleştirilme veya anlaşılmama riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu nedenle, persona’dan vazgeçmek, sosyal uyumun ötesine geçerek bireyin kendini gerçekleştirme arayışının bir parçası olarak görülebilir.

6. Özgürleşme ve Otantiklik:
   - Persona’dan vazgeçmek, bireyin daha otantik bir yaşam sürmesine olanak tanır. Bu radikal tavır, kişinin maskelerden kurtulup kendisiyle barışık ve daha özgür bir yaşam sürmesini sağlar. Bu süreç, bireyi gerçek benliğine ve içsel huzura yaklaştırabilir.

Bu söz, bireyin kendi kimliğini yeniden tanımlama ve toplumsal baskılardan bağımsız olarak öz benliğini keşfetme sürecine dair güçlü bir mesaj içerir. İnsanlar, hayatta kalmak ve uyum sağlamak için çeşitli maskeler takabilirler, ancak bu maskelerden vazgeçmek ve gerçek benliği kucaklamak, hem radikal hem de özgürleştirici bir tavır olarak değerlendirilir.

İyilik ile kazanılan nefret

Niccolò Machiavelli'nin "Başkalarının nefreti, kötülük etmek kadar iyilik etmekle de kazanılır" sözü, insan doğasının karmaşıklığına ve toplumsal ilişkilerin paradokslarına dair önemli bir gözlem sunar. Bu sözü analiz ederken birkaç ana noktayı ele alabiliriz:

1. İyilik ve Nefret İlişkisi:
   - Machiavelli, iyilik yapmanın, her zaman olumlu bir tepki yaratmayacağını ve hatta nefret uyandırabileceğini belirtir. Bu, özellikle insanların iyi niyetle yapılan bir eylemi yanlış anlaması, kıskanması veya tehdit olarak algılaması durumunda geçerli olabilir. Birine yapılan iyilik, diğerlerini yetersiz veya aşağıda hissettirebilir, bu da negatif duyguları tetikleyebilir.

2. Kötülüğün Beklenen Sonucu:
   - Kötülük yapmak, doğal olarak nefret doğurur çünkü insanlar kendilerine veya sevdiklerine zarar veren kişilere karşı olumsuz duygular besler. Machiavelli, kötülüğün nefret doğurmasının doğal ve beklenen bir sonuç olduğunu ima eder. Ancak, kötülükle kazanılan nefret, daha anlaşılır ve tahmin edilebilir bir tepkidir.

3. Çıkarcı İyilik ve İnsani Karmaşıklık:
   - İyilik yapmanın arkasındaki niyet sorgulandığında, bazen bu eylemler çıkarcılık, manipülasyon veya zayıflık olarak algılanabilir. Machiavelli’nin ifadesi, iyilik yapmanın yalnızca olumlu algılanan bir eylem olmadığını, bazen karşı tarafın niyetinden şüphe duyulmasına ve dolayısıyla nefretin doğmasına yol açabileceğini vurgular. İyilik yapmanın, her zaman saf bir niyetten kaynaklanmadığına dair bu şüphe, insanlar arasındaki karmaşık duygusal dinamikleri ve güven eksikliğini ortaya koyar.

4. Siyaset ve İktidar Bağlamı:
   - Machiavelli’nin eserlerinin genelinde olduğu gibi, bu söz de siyasi ve iktidar ilişkileri bağlamında değerlendirilebilir. Bir liderin iyilik yapması, bazen zayıflık göstergesi olarak algılanabilir ve bu da liderin otoritesini zayıflatabilir. Bu durumda, iyilikten kaynaklanan nefret, bir liderin konumunu tehdit edebilir. İktidar ilişkilerinde, bazen merhamet veya iyilik göstermek, güç kaybı ve dolayısıyla nefret kazanma riskini beraberinde getirebilir.

5. İnsanların Beklentileri:
   - İnsanlar, genellikle belirli bir standartta davranış bekler. Eğer bir kişi sürekli iyilik yapıyorsa, bu iyiliklerin devamı bir zorunluluk gibi algılanabilir. Beklentiler karşılanmadığında veya kişi artık iyilik yapmadığında, bu durum bir hayal kırıklığına ve dolayısıyla nefrete yol açabilir.

Machiavelli’nin bu sözü, insan doğasının karmaşıklığını, ilişkilerdeki dinamikleri ve güç oyunlarını derinlemesine ele alır. İyilik ve kötülüğün basit karşıtlıklar olarak değil, insan psikolojisinin çok boyutlu bir parçası olarak anlaşılması gerektiğini ortaya koyar.

DESI

Arizona'daki Kitt Peak Ulusal Gözlemevi'nde bir teleskop, evrenin üç boyutlu haritasını çıkarmak için üç yıl harcadı. Karanlık Enerji Spektroskopik Enstrümanı (DESI), evrendeki enerjinin %68'ini oluşturan ve uzayı genişleten karanlık enerjiyi araştırıyor. Bilim insanları bu enerjinin yoğunluğunun evrenin başlangıcından beri sabit olduğunu varsaymıştı, ancak DESI'nin ilk sonuçları bu varsayımın yanlış olabileceğini, yoğunluğun zamanla değişmiş olabileceğini öne sürüyor. Eğer bu doğruysa, kozmoloji büyük bir krize girebilir.

Beşliler Çemberi nedir?

Beşliler Çemberi (Circle of Fifths), müzik teorisinde kullanılan ve müzik anahtarlarının (tonalitelerinin) bir düzen içinde gösterildiği bir diyagramdır. Bu çember, hem majör hem de minör anahtarları düzenli bir şekilde gösterir ve müzikal ilişkileri, modülasyonları (ton değiştirmeleri) ve akor progresyonlarını anlamayı kolaylaştırır.

Çemberin Yapısı:

- Çemberin saat yönünde ilerleyen her adımı, bir önceki anahtara göre beşinci derecedeki nota ile başlar. Örneğin, C majörden başlanırsa, saat yönünde bir adım ilerleyerek G majöre geçilir (C majördeki beşinci nota G'dir). Bu şekilde çember boyunca her anahtar arasında bir beşli ilişkisi kurulur.
- Aynı şekilde, saat yönünün tersine gidildiğinde, her adımda bir dörtlü aralığı elde edilir. Örneğin, C majörden bir adım geriye gidildiğinde F majöre ulaşılır (C majördeki dördüncü nota F'dir).
 
Majör ve Minör Anahtarlar:

- Çemberin dış kısmında genellikle majör anahtarlar yer alırken, iç kısmında bu majör anahtarların relatif minörleri bulunur. Örneğin, C majörün iç kısmında A minör yer alır, çünkü A minör C majörün relatif minörüdür (aynı notalardan oluşur ama farklı bir başlangıç noktasına sahiptir).
 
Kullanım Alanları:

- Modülasyon: Beşliler çemberi, bir anahtardan diğerine geçiş yapmayı (modülasyonu) kolaylaştırır. Yakın anahtarlar arasında geçişler, çemberde yan yana bulunan anahtarlar arasında yapılırsa, geçiş daha pürüzsüz olur.
 
- Akor Progresyonları: Çember, belirli bir anahtarda uyumlu akorların seçilmesine de yardımcı olur. Örneğin, bir anahtarın dördüncü ve beşinci akorları (çemberdeki komşu akorlar) genellikle bu anahtarın ana akorlarıyla iyi uyum sağlar.

- Transpozisyon: Bir müzik parçasını farklı bir anahtara taşımak (transpozisyon) için çemberi kullanarak yeni anahtarı kolayca bulabilirsiniz.

Beşliler Çemberi, hem basit hem de ileri düzey müzik teorisi kavramlarını anlamayı kolaylaştıran, çok yönlü bir araçtır. Müzisyenler, besteciler ve öğretmenler tarafından yaygın olarak kullanılır.

Camelot Çarkı nedir?

Camelot Çarkı, müzik anahtarları arasındaki ilişkileri basit ve sezgisel bir şekilde gösteren bir araçtır. Müzisyenler ve DJ'ler, farklı anahtarlardaki şarkılar arasında geçiş yaparken bu çarkı kullanarak uyumlu ve akıcı geçişler sağlayabilir. 

Camelot Çarkı, 12 müzik anahtarını temsil eden 12 segmentten oluşur. Her segment, bir harf ve bir sayı kombinasyonu ile tanımlanır; harf anahtarın majör veya minör olduğunu, sayı ise ton sınıfını belirtir. Örneğin, "1A" C majör, "8A" A-flat majör anlamına gelir. Çarkın dış kısmında majör, iç kısmında ise minör anahtarlar yer alır. Bu yapı, uyumlu anahtarları hızlıca tanımayı ve eşleştirmeyi sağlar.

DJ'ler, Camelot Çarkı'nı "harmonik miksleme" için sıkça kullanır. Harmonik miksleme, uyumlu anahtarlardaki şarkıların karıştırılmasıyla müzikal geçişlerin yumuşak ve akıcı hale gelmesini sağlar. Örneğin, bir DJ 8B'den (F-sharp majör) 9B'ye (G-sharp majör) veya 7B'ye (E majör) geçiş yaparak, müzikal akışı sorunsuz bir şekilde sürdürebilir.

Ayrıca, Camelot Çarkı transpozisyon için de kullanışlıdır. Bu yöntemle, şarkının müzikal yapısını bozmadan farklı bir anahtara taşınması sağlanır. Bu, müzikal esneklik sunar ve müzisyenlerin vokal aralığına veya enstrümantasyonuna uygun anahtarları bulmalarına olanak tanır.

Camelot Çarkı, müzik teorisini basitleştirir, hızlı karar vermeyi kolaylaştırır ve yaratıcılığı artırır. DJ'ler ve müzisyenler için değerli bir araçtır ve müzikal becerileri geliştirmede etkili bir yöntem sunar. Harmonik geçişler ve farklı ton kombinasyonlarıyla yeni müzikal keşiflere çıkmak isteyenler için bu basit ama güçlü sistem, müziğin büyüsünü ortaya çıkarmada kilit bir rol oynar.

Sessizce gelen karanlık

Bir zamanlar, ufak bir kasaba vardı. Kasaba sakinleri, günlük hayatlarını sürdürür, çiftçilik yapar, birbirlerine destek olurlardı. Kasabanın huzuru, yeni bir liderin ortaya çıkışıyla bozulmaya başladı. Bu lider, kasabanın meydanında etkileyici konuşmalar yapar, basit ve coşkulu sözlerle kasabalıları etkilerdi. Onun konuşmaları, halkın kaygılarını ve korkularını yatıştırır, onlara umut ve güç verirdi.

Lider, basit ve net bir dil kullanarak, sorunların kökenini basit düşmanlarda buldu. Bu düşmanlar, kasabanın dışında yaşayan insanlardı; onların farklılığı, kasaba halkının sıkıntılarının nedeni olarak gösterildi. Lider, bu basit anlatılarla kasabanın aptal kesimini kendisine hayran bıraktı. Onlara, sorunların çözümünün ne kadar kolay olduğunu, sadece birlik olup, düşmanları yok etmeleri gerektiğini söyledi.

Zamanla, lider güçlendikçe, konuşmalarında akılcı sorgulamaları ve eleştirileri susturmaya başladı. Akıllı ve sorgulayan insanlar, liderin düşüncelerini sorguladıklarında, hain veya düşman olarak yaftalanarak dışlandılar. Lider, kasabanın en bilge insanlarını susturmanın yollarını buldu; onların fikirlerini dinlemek yerine, halkı onlara karşı kışkırttı.

Akıllı olanlar, bu durumun tehlikesini görse de, liderin çevresindeki hayran kitlesi o kadar büyüktü ki, artık seslerini duyurmak neredeyse imkânsız hale gelmişti. Eleştirel düşünce, yerini kör bir itaate bırakmıştı. Kasaba, artık sadece liderin söylediği şekilde düşünür, hareket eder hale gelmişti.

Böylece, kasabanın huzur ve refahı yerini korku ve baskıya bıraktı. Faşizm, bu küçük kasabada, aptalları hayran bırakıp akıllıları susturarak başladı. Russell’ın söylediği gibi, ilk önce en basit zihinleri büyüledi, ardından en zeki olanları susturdu. Ve sonunda, kasaba, liderin kuklası haline geldi; kendi özgürlüğünden, aklından ve ruhundan mahrum kaldı.

2024-08-21

Nixon şoku nedir?

"Nixon Şoku" (Nixon Shock) terimi, 15 Ağustos 1971'de ABD Başkanı Richard Nixon tarafından alınan ve dünya ekonomik sistemini köklü bir şekilde değiştiren bir dizi kararları ifade eder. Bu kararların en önemlisi, ABD dolarının altına sabitlenmesi sisteminin sona erdirilmesiydi.

1944'te Bretton Woods Anlaşması ile, ABD doları dünya rezerv para birimi haline gelmiş ve dolar altına sabitlenmişti (1 ons altın = 35 ABD doları). Diğer ülkelerin para birimleri de dolara sabitlenmişti. Ancak, 1960'lar ve 1970'lerin başında ABD'nin artan enflasyonu, dış ticaret açığı ve Vietnam Savaşı'nın maliyetleri, doların değer kaybetmesine ve altın rezervlerinin azalmasına yol açtı.

Nixon, bu durumu kontrol altına almak ve ABD ekonomisini stabilize etmek amacıyla doların altına sabitlenmesini sona erdirdi ve bu kararla Bretton Woods sistemini fiilen sona erdirmiş oldu. Böylece, dünya genelinde para birimlerinin altın karşılığı olmadan serbestçe dalgalanmasına neden oldu ve bu da uluslararası finansal sistemde büyük bir değişim yarattı.

ABD üniversitelerindeki ayrımcılık

ABD'de Yüksek Mahkeme'nin üniversitelerdeki ayrımcılık karşıtı (affirmative action) programları yasaklamasının ardından, MIT'nin 2028 giriş sınıfında Siyah, Hispanik, Yerli Amerikalı ve Pasifik Adalı öğrencilerin oranı keskin bir düşüş gösterdi.

2028 sınıfında bu gruplara mensup öğrenciler, öğrenci kitlesinin %16'sını oluştururken, önceki yıllarda bu oran %25 civarındaydı. Özellikle 2027 yılı ile kıyaslandığında, Siyah öğrencilerin oranı %15'ten %5'e, Hispanik ve Latin öğrencilerin oranı ise %16'dan %11'e düştü. Beyaz öğrencilerin oranı ise %37 ile geçen yıla benzer kaldı.

Buna karşılık, Asya kökenli Amerikalı öğrencilerin oranı %40'tan %47'ye yükseldi. Yüksek Mahkeme'nin kararı, Harvard Üniversitesi'ne karşı açılan ve Asya kökenli Amerikalı başvuru sahiplerine diğer gruplardan daha yüksek akademik standartlar uygulandığını iddia eden bir davaya dayanıyordu.

MIT Başkanı Sally Kornbluth, duyuruda, "Sınıf her zamanki gibi birçok açıdan olağanüstü, ancak geçen yılki Yüksek Mahkeme kararı sonucunda, MIT topluluğunun on yıllardır sağlamak için çalıştığı geniş ırksal ve etnik çeşitlilik aynı derecede sağlanamadı," dedi.

MIT, Yüksek Mahkeme'nin kararının ardından yeni öğrenci profili hakkında istatistik yayımlayan ilk seçkin üniversite oldu.

https://www.nytimes.com/2024/08/21/us/mit-black-latino-enrollment-affirmative-action.html

CV'niz sizi nereye götürebilir?

İş teklifleri arasında seçici olabileceğinizi ve hatta çalışma koşullarınızı kendiniz belirleyebileceğinizi söylesem inanır mıydınız? Eğer şüpheleriniz varsa, aşağıdaki örnek sizi şaşırtabilir.

Geçen hafta, Starbucks'ın yeni CEO'su olarak adından en çok söz ettiren kişi Brian Niccol oldu. Chipotle'ı zirveye taşıdıktan sonra Starbucks'a transfer edilen Niccol, şirketin onu ne kadar çok istediğini sözleşme detaylarıyla gösteriyor. Niccol, eski şirketinden kaybettiği hakları telafi etmek için tam 75 milyon dolar alacak. Bunun yanı sıra, 1,6 milyon dolar baz maaş ve 10 milyon dolar imza parası da cabası. Eğer hedeflerine ulaşırsa, ek olarak 7,2 milyon dolarlık bir prim daha kazanacak. Bu da, Niccol'ün ilk yılında 100 milyon dolardan fazla kazanacağı anlamına geliyor.

Dahası, 2025 mali yılından itibaren belirlenen performans kriterlerini tutturduğu takdirde, yılda 23 milyon dolara kadar hisse senedi opsiyonu kazanma hakkı olacak. Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Niccol'ün Seattle'a taşınmasına gerek bile kalmayacak. Starbucks, Newport Beach, California'da yaşayan Niccol'ün uzaktan çalışmasına izin veriyor ve onun için orada bir ofis tutulacak, ayrıca bir asistan da işe alınacak.

Bu koşulları göz önünde bulundurunca, iş dünyasında istediğiniz şartları dikte edebileceğinizi düşünmek çok da uzak bir hayal değil, değil mi?

Protein tasarlamak için yapay zeka

David Baker'ın laboratuvarı, doğada bulunmayan ancak doğal proteinler gibi şekil değiştiren proteinler tasarlamak için yapay zeka kullandı.

Proteinler, evdeki ışıklar gibidir; belirli görevleri vardır ve bunları yapmak için başka proteinler veya moleküllerle "açma-kapama" işlemleri yapılır. Ancak, vücutta bu süreç çok daha karmaşıktır, çünkü milyarlarca yıllık evrim proteinler için biyolojik anahtarlar olarak işlev gören karmaşık bir moleküler sinyal ağı oluşturmuştur.

Bu hafta, Washington Üniversitesi'nden Dr. David Baker liderliğindeki bir ekip, bu süreci kısaltan bir yol geliştirdi. Yapay zeka kullanarak, bir "efektör" adı verilen moleküler anahtarın varlığında güvenilir bir şekilde şekil değiştiren proteinler tasarladılar. Bu tasarım proteinleri, doğada bilinmeyen ve bir efektörle birleştiğinde farklı yapılara dönüşebilen, sonrasında ise efektörün kaybolmasıyla ayrışabilen menteşelere sahiptir.

Ekip, bu proteinleri halkalar veya kafesler gibi dinamik düzenlemelere dönüştürebildi. Bu, proteinlerin biyolojik işlevlerini taklit eden davranışlarını anlamamıza olanak sağladı. Örneğin, kan proteini hemoglobin gibi proteinler oksijen taşırken şekil değiştirebilirler.

Bu tür anahtarlanabilir proteinler, ilaç taşımacılığı veya biyolojik devreler gibi birçok potansiyel uygulama için kapı açar. Dr. Baker, bu proteinlerin "gelecekteki biyoteknolojilere öncülük edebileceğini" belirtti.

Proteinler vücudun işgücüdür; vücudumuzu inşa eder ve çalıştırırlar. Hücrelerin ne zaman bölüneceğini, büyüyeceğini veya öleceğini belirlerler. Bilim insanları, aşılar, kanser tedavileri ve beyin ile kalp hastalıkları için proteinlere güvenirler.

Yapısal stabilite, özellikle birden fazla bileşenden oluşan büyük proteinler için önemlidir. Ancak, bu proteinlerin şekilleri hücrenin ihtiyaçlarına göre değişebilmelidir. Ekip, yapay zekayı kullanarak menteşe benzeri bir protein tasarladı. Bu protein, bir efektör molekülün varlığında şekil değiştirerek düz bir plakadan menteşeli bir "V" şekline dönüşebiliyor.

Laboratuvar testlerinde, tasarlanan proteinler belirli bir efektörle birleştiğinde halka benzeri yapılar oluşturdu. Ayrıca, hücre içi süreçleri değiştiren bu proteinler, sentetik biyolojide moleküler tepkileri tetiklemek için anahtarlar olarak kullanılabilir.

Sonuç olarak, bu yeni tasarlanan proteinler, doğada bulunmayan, şekil değiştiren yapılar oluşturarak, ilaç taşımacılığı ve biyosensörler gibi birçok alanda kullanılabilecek potansiyele sahiptir. Ancak, bu proteinlerin doğadaki kadar karmaşık ve çeşitli olup olmayacağı henüz belirsizdir.

https://singularityhub.com/2024/08/16/a-startling-advance-in-designer-proteins-opens-a-world-of-possibility-in-biotech/

2024-08-20

Reddedilme duygusu

Reddedilme, herkesin hayatında bir noktada deneyimlediği evrensel bir duygudur. Bu, romantik ilişkilerden iş başvurularına, sosyal çevreden sanatsal çalışmalara kadar pek çok alanda yaşanabilir. Reddedilme, genellikle hayal kırıklığı, üzüntü ve özgüven kaybı gibi olumsuz duygulara yol açabilir, ancak aynı zamanda kişisel büyüme ve kendini yeniden keşfetme için de bir fırsat olabilir.

Reddedilme, kişinin öz değeriyle ilgili bir yansıma değildir; daha çok belirli bir durum veya zaman diliminde karşı tarafın tercihleriyle ilgilidir. Bunu bir duraklama noktası olarak değil, yeni yollar keşfetmek için bir fırsat olarak görmek önemli. Ayrıca, reddedilme duygularının kabul edilmesi ve işlenmesi, insanın kendine dair anlayışını derinleştirebilir ve onu daha güçlü, daha dayanıklı bir hale getirebilir.

Reddedilmek kötü hissettirir.

Psikologlar uzun süre reddedilmenin önemine pek dikkat etmedi.  Bu durum, insan hayatının merkezi bir parçasıdır.   Son on beş yılda ise araştırmacılar bu rahatsız edici gerçeğe odaklanmaya başladı. Sosyal kabul arayışının, yaptığımız her şeyde nasıl etkili olduğu fark edildi. 

Araştırmalar, reddedilmenin kökenlerine indikçe, bu tür dışlanmanın acısının fiziksel acıyla benzer olduğunu ortaya koydu. Reddedilmenin, bireyin psikolojik durumu ve genel olarak toplum için ciddi sonuçları var. Sosyal reddedilme, duygu, düşünce ve hatta fiziksel sağlığı etkileyebilir. Dışlanan insanlar bazen agresifleşir ve şiddete yönelebilir. 

İnsanların hayatta kalması için sosyal gruplara ihtiyaç duyması, reddedilmenin neden bu kadar acı verici olduğunu açıklar. Modern dünyada, bir insan yalnız başına fiziksel olarak hayatta kalabilir, ancak mutlu olmayabilir. Milyonlarca yıl süren doğal seçilim, reddedilmenin hala acı verici olmasına yol açtı. Sosyal reddedilmenin beynin fiziksel acıyla ilgili bölgelerini harekete geçirir.

Bu bulgular, sosyal reddedilme fiziksel acı gibi hissediliyorsa, fiziksel acı gibi tedavi edilebilir mi sorusunu gündeme getirdi. Araştırmacılar, gönüllülerin üç hafta boyunca asetaminofen veya plasebo almalarını sağladı. İlaç alanlar, plasebo alanlara göre daha az duygusal acı bildirdi. Beyin taramaları da bu bulguları doğruladı.

Reddedilme, öfke, kaygı, depresyon, kıskançlık ve üzüntü gibi duyguları artırır. Ayrıca zihinsel performansı düşürür ve agresyon ve zayıf dürtü kontrolüne yol açabilir. Reddedilme, aynı zamanda fiziksel sağlık üzerinde de olumsuz etkilere sahiptir.  Düzenli olarak dışlanan kişiler daha kötü uyku kalitesine sahip olurlar ve bağışıklık sistemleri daha zayıf çalışır.

Neyse ki, çoğu insan reddedilme duygusunu hızlı bir şekilde atlatabilir. Fakat bazı reddedilmeler tekrar ederse daha uzun süren duygusal etkiler bırakabilir. Bir yabancı size bakmadığında ya da bir oyundan dışlandığınızda, bunu uzun süre düşünmezsiniz. 

Reddedilme sonrası, insanlar genellikle başka yerlerde kabul arayışına girer. Dışlanan kişiler, sosyal sinyallere daha duyarlı hale gelirler ve davranışlarını buna göre şekillendirirler. Ancak bazıları, reddedilmeye öfkeyle tepki verir ve saldırganlaşır. Bu, daha az sosyal kabul görmelerine neden olabilir.

Kronik reddedilme durumunda, sonuçlar daha ciddi olabilir. Uzun süreli dışlanma, depresyon, madde bağımlılığı ve intihar gibi sonuçlara yol açabilir. Psikologlar, reddedilme ile başa çıkma yollarını öğreterek kişilere yardımcı olabilirler. Duygusal acıyla başa çıkmanın en sağlıklı yolu, olumlu sosyal bağlar kurmaktır. Egzersiz gibi endorfin salgılayan aktiviteler de acıyı hafifletebilir.

Sonuç olarak, reddedilmenin verdiği acı, sosyal izolasyonun tehlikelerini hissettirmek için evrimsel bir mekanizma olabilir. Bu bilgi, acıyı tamamen dindirmese de, bu duygunun bir amacı olduğunu anlamaya yardımcı olabilir.

Metehan ismi hakkında

Metehan ismi, Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Adın kökeni, Hun İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk büyük kağanı olan Mete Han'a (MÖ 234 - MÖ 174) dayanır. Mete Han, Türk tarihinde önemli bir lider olarak bilinir ve Türk askerî taktiklerinin temelini atan kişi olarak kabul edilir. O, özellikle düzenli orduyu kuran ve askerî disiplini getiren ilk liderlerden biridir.

Metehan ismi, "büyük hükümdar" veya "büyük lider" anlamında kullanılır ve güç, kararlılık, cesaret gibi nitelikleri simgeler. Bu isim, Türkler arasında geleneksel olarak güçlü ve kararlı bir karakteri temsil eden bir isim olarak popüler olmuştur.

Şişli belediyesi, Cumhuriyet Sanat parkı. Tarihlere dikkat. 

Universe 25 deneyi nedir?

Universe 25 deneyi, 1968 yılında Amerikan etolog Dr. John B. Calhoun tarafından yapılan bir sosyal deneydir. Bu deney, bir popülasyonun nüfus artışı, aşırı kalabalıklaşma ve sosyal bozulma gibi faktörlerle nasıl başa çıktığını incelemeyi amaçlıyordu.

Deney, laboratuvar ortamında oluşturulan ve fareler için bir "cennet" olarak tasarlanan bir habitatta gerçekleştirildi. Universe 25 olarak adlandırılan bu ortamda, farelere sınırsız yiyecek, su ve barınak sağlandı, ayrıca dış tehditlerden korunmaları sağlandı. Bu ideal koşullarda, farelerin nüfusunun hızla artması beklendi.

İlk başlarda, fare nüfusu hızla arttı. Ancak zamanla, aşırı kalabalıklaşma ve sosyal etkileşimlerdeki bozulmalar farelerin davranışlarında olumsuz değişikliklere yol açtı. Erkek fareler arasında saldırganlık ve anormal davranışlar gözlendi, dişi fareler yavrularını terk etmeye ve üremekten kaçınmaya başladı. Sonuç olarak, farelerin nüfusu hızla azaldı ve toplum tamamen çöktü.

Bu deney, sosyal bozulma, aşırı kalabalıklaşma ve kaynakların sınırsız olduğu durumlarda bile toplumsal yapının çöküşü üzerine önemli çıkarımlar sunmuştur. 

Ağ yapısının yönetim üzerindeki etkisi

İş dünyasında sıkça tekrarlanan ancak pratikte uygulanması zor olan kavramlardan biri de işbirliğidir. Teoride herkes işbirliğini destekler, ancak pratiğe dökmekte zorlanır. Bunun nedenlerine bakalım.

İşbirliğini bir ağ yapısı olarak düşünebiliriz. 

Bu, küçük bir proje ekibinden tüm şirket ekosistemine kadar geçerlidir. İşbirliğinin başarılı olması için doğru ağ yapılarının kurulması gerekir. Rob Cross ve Inga Carboni'nin araştırmalarına göre, işbirliğini engelleyen altı temel ağ yapısı vardır.  

1. Merkez-Çevre Ağları: Geleneksel hiyerarşik organizasyonlar. Merkezde bir veya birkaç kişi bulunur, tüm çevre (çalışanlar, bayiler vb.) onlara bağlıdır. Bu merkeziyetçi yapı, yaratıcı fikirlerin yeşermesini engeller ve vasatlığı teşvik eder.

2. Yalıtılmış Ağlar: Birbiriyle etkileşime girmeyen, farklı telden çalan ekipler (örneğin birbirinden habersiz pazarlama ve üretim). Bu yapı, projelerin başarısız olmasına ve fırsatların kaçmasına yol açar.

3. Çakışan Ağlar: Az sayıda kişinin birden fazla projede yer alması. Bu durum, işbirliğini zorlaştırır, zaman yönetimini aksatır ve organizasyonun genel kapasitesinin kullanılmasını engeller.

4. Tıkanan Ağlar: Belirli bir kişi veya grubun iş akışının kritik bir noktasında yer alması. Bu durum, işlerin yavaşlamasına ve alternatif bir hiyerarşi oluşmasına neden olabilir.

5. Parçalanmış Ağlar: Görev tanımlarının belirsiz olduğu veya gruplar arasındaki bağlantıların zayıf olduğu yapılar. Bu yapı, işbirliği görüntüsü verse de pratikte işlemez.

6. Yanlış Hizalanmış Ağlar: Birimler arası bağlantılar vardır, ancak bu bağlantılar şirketin stratejik hedefleriyle uyumlu değildir. Bu durum, kaynakların yanlış yerlerde yoğunlaşmasına ve önemli işlere zaman ayrılmamasına neden olur.

Günümüzde yönetim, doğru ağ yapılarını kurup yönlendirebilme yeteneğine bağlıdır. Hedeflere ulaşmak için doğru ağ yapılarını kurmak şarttır.

https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/neden-isbirligi-yapamiyorsunuz/761615

2024-08-19

Sanat nesneleri

Yakın zamanda, tanınmış bir radyo sunucusunun ünlü bir sanatçıyı röportaj yaptığı bir etkinliğe katıldım. Ancak, bu röportaj tam anlamıyla başarısızdı, çünkü sunucu sanatçının eserlerini ve bunların ruhunu anlamaktan uzaktı. Sunucunun bu tutumu, izleyiciyi sürece dahil etmek amacıyla yapılan bir rol değil, daha çok anlamadığı için duyduğu bir hırçınlıktı. Kendi işinde başarılı olması, sanatçıyla bağlantı kuramamasını daha da zorlaştırmış gibi görünüyordu. İyi bir röportajcının ilk görevi, egosunu bir kenara bırakarak konuğunu ön plana çıkarmaktır; ikinci ve daha zor olan görev ise anlamaktır ki bu da zaman, niyet ve çaba gerektirir. 

Bu olay, Jeanette Winterson’un “Art Objects” adlı denemesinde ele aldığı sanatın anlaşılmaması üzerine düşündürdü. Winterson, sanatın dili ve yapısını kavramanın, onu çözmek yerine deneyimlemeyi gerektirdiğini vurgular. Sanatın anlaşılması, alışılmış problem çözme yöntemlerine boyun eğmez; sanat, çözülmesi gereken bir sorun değil, içine girilmesi gereken bir deneyimdir. Sanatla bağ kurmak, bizim çaba göstermemizi gerektirir; bu da sanatın üzerimizde çalışabilmesi için sanat için çalışmamız gerektiği anlamına gelir. 

Sanatın bize sunduğu güzellik ve içsel dönüşüm, çaba ve zaman gerektirir. Sanatı anlamakta zorlandığımızda, bu zorluğu sanatın bir eksikliği olarak değil, bizim anlamada yetersizliğimiz olarak görme eğilimindeyiz. Sanatın bizde uyandırdığı hisleri sorgulamak, bizi daha dürüst ve samimi bir anlayışa götürür. 

Sanat, birey olarak kimliğimizi sorgulatarak bizi evrenle bağdaştırır. Sanatla kurduğumuz bu bağ, sevgiyi hatırlatır; düşen bir dünyayı yeniden ayağa kaldırır ve yaşamın anlamını hatırlatır. Winterson’un dediği gibi, sanat basit bir dekorasyon veya eğlence değil, canlı bir ruhtur.

https://www.themarginalian.org/2014/10/27/jeanette-winterson-art-objects/

Polyvagal Teori ve Bağlantının Nörobiyolojisi

Polyvagal Teori ve Bağlantının Nörobiyolojisi: Bozulma, Onarım ve Karşılıklılık Bilimi

William James, 1884'te bedenimizin duygularımızı nasıl etkilediğini inceleyen teorisiyle, beden ve zihin ikiliğine meydan okumuştu. O zamandan bu yana, beden ve zihnin travma iyileşmesinde nasıl bir araya geldiğini, bilincin tüm bedeni kapsayan bir olgu olduğunu öğrendik. 

Beynin ötesinde, onuncu kraniyal sinir (vagus siniri), zihinsel ve duygusal durumlarımızı en fazla şekillendiren unsurdur. Vagus siniri, beyinden bağırsaklara kadar uzanır, organlarımızı etkiler ve kalp atışından sindirime, reflekslerden ruh hallerine kadar her şeyi kontrol eder.

Psikiyatrist Stephen Porges, prematüre bebeklerle çalışırken sinir sisteminde iki farklı vagal yol olduğunu keşfetti: Korku tepkisini düzenleyen dorsal vagus (yaklaşık 500 milyon yıl önce evrimleşmiş) ve bağlantı kurma kapasitemizi kontrol eden ventral vagus (yaklaşık 200 milyon yıl önce evrimleşmiş). Bu araştırma, Polyvagal Teori'nin temeli oldu; bu teori, bu iki sistemin nasıl güvenlik ve tehlike algılarımızı, bağlanma biçimlerimizi ve yaşamla bağlantı kurma yetimizi şekillendirdiğini inceler.

Polyvagal teorinin savunucularından olan klinik psikolog Deb Dana, "Terapide Polyvagal Teori" adlı kitabında, travmanın adaptif tepkilerimizi nasıl otomatikleştirdiğini ve ventral vagus durumunda duygusal güvenliği nasıl yeniden inşa edebileceğimizi tartışır. Dana, "Bağlılık biyolojik bir zorunluluktur ve otonom hiyerarşinin zirvesinde güvenlik ve bağlantı duygularını destekleyen ventral vagus yolu vardır," der. 

Bağlanma şemamız, bebeklikte yaşanan düzenli bağlantı eksiklikleri nedeniyle şekillenir. Bu tür bağlantı eksiklikleri, tehlike algısını varsayılan hale getirir. Ancak, karşılıklı ilişkiler sayesinde bu durumu yeniden düzenlemek mümkündür

Bu yeniden düzenleme, sağlıklı ve güvenli ilişkilerde, ventral vagus durumuna geçiş yaparak, koruma kalıplarını bırakıp bağlantı kurma yetisini geliştirir.

https://www.themarginalian.org/2024/05/31/polyvagal-theory/
https://www.polyvagalinstitute.org/items/polyvagal-theory-for-somatic-experiencing-practitioners

2024-08-18

Özgür ve bağımsız aşk

Halil Cibran, aşkın özünü ve bir ilişkinin derin sırrını keşfederken, der ki: Gerçek aşk, birbirine karışmaktan öte, iki ruhun birbirine duyduğu saygı ve özgürlükten doğar. 

Aşk, iki insanı tek bir bütün haline getirirken, aslında her birini kendi içsel potansiyeline doğru büyütür ve dönüştürür. Barack Obama’nın dediği gibi, "Yalnızlığımızı aşmamıza olanak sağlar ve eğer şanslıysak, bizi daha sağlam bir şeye dönüştürür." Ancak, bu birleşme öyle sıkı, öyle köklü olursa, o zaman aşk kırılgan hale gelir. 

Cibran, bir ömür boyu sürecek bir ilişkinin sırrını ararken, sevginin bir bağı olmaması gerektiğini söyler. Sevgi, iki ruhun kıyıları arasında hareket eden bir deniz gibi olmalıdır. 

"Birlikteliğinizde boşluklar bırakın, aranızda cennetin rüzgarları dans etsin. Birbirinizi sevin ama sevginiz bir bağ olmasın: O, ruhlarınızın kıyıları arasında dalgalanan bir deniz gibi olsun. Her birinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin. Birbirinize ekmeğinizi verin ama aynı ekmekten yemeyin. Birlikte şarkı söyleyin, dans edin ve neşelenin, ama her biriniz kendi başına da olsun, çünkü udun telleri de yalnızdır, ama aynı müzikle titreşirler."

Cibran'ın felsefesine göre, sevgi iki bireyin bir arada durduğu ama birbirine gölge etmeyen, bağımsız büyüdüğü bir birlikteliktir. "Birlikte durun, ama çok yakın durmayın; çünkü mabedin sütunları da ayrı durur ve meşe ağacı ile selvi birbirinin gölgesinde büyümez." 

Bu sözlerde, aşkın gerçek doğası saklıdır: Birlikte ama özgür, birbirine bağlı ama bağımsız, sevgiyle ama özgürce büyüyen iki ruhun dansı.

https://www.themarginalian.org/2016/09/27/kahlil-gibran-the-prophet-love-marriage/

Deniz biti, Sea lice nedir?

2000'lerin başında Phuket, Tayland'ın en popüler tatil destinasyonuydu. Tatilimizde, otelimize vardığımızda hemen denize koştuk, ancak deniz boştu. Girer girmez denizden çıkmak zorunda kaldım çünkü *deniz biti* olarak bilinen denizanası larvaları beni ısırmaya başladı. Kızarıklıklar ise günlerce sürdü.

Son yıllarda, bu deniz bitleri Türkiye kıyılarında da görülmeye başladı. Uzmanlar, bu küçük görünmez *denizanası larvalarının* zehirli olduğunu ve temas ettiklerinde ciltte yanmaya neden olabileceğini belirtiyor. Artık nerede ve ne zaman bu yaratıklarla karşılaşılacağı belirsiz.

Denizanaları dünya genelinde artıyor ve bu durum ciddi endişelere yol açıyor. 

ABD’de deniz biti koruma kremleri ve özel yüzücü giysileri yaygınlaştı.

Akdeniz'de denizanalarının hızla çoğalması, bilim insanlarını endişelendiriyor. 

Denizanalarının artışı, iklim değişikliği, balık sayısının azalması ve deniz kirliliğiyle ilişkilendiriliyor. Artan su sıcaklıkları ve deniz kirliliği, denizanalarının üremesini hızlandırıyor. Akdenizde balık avı, kirlilik ve sıcaklık arttıkça denizanaları çoğalıyor. Akdeniz’in, 'balık denizinden' 'denizanası denizine' dönüşmesi ise bir olasılık.  

Yakın gelecekte denizlerde sadece balık çiftlikleri ve denizanaları kalabilir.

Ancak denizlerin temizliği ve doğal dengenin geri kazanılması en iyi çözüm olabilir.

Deniz bitine rastlanan bölgelerde dikkatli olunması gerekiyor.


"Sea lice" terimi, bazen deniz anası larvalarına atıfta bulunmak için kullanılır. Aslında, bu canlılar *thimble jellyfish* (Linuche unguiculata) gibi küçük denizanası türlerinin larvalarıdır. Özellikle sıcak ve tropikal denizlerde yaygın olarak bulunurlar ve insanlar için rahatsız edici olabilen cilt reaksiyonlarına yol açarlar.

Sea Lice Hakkında Detaylar:

1. Larvaların Boyutu: Bu larvalar çok küçük olup genellikle 1-2 mm uzunluğundadır, bu yüzden çıplak gözle görülmesi zordur.

2. Cilt Reaksiyonları: İnsanlar denizde yüzerken bu larvalar cilde yapışabilir. Larvalar, korunma mekanizması olarak mikroskobik nematosistler (iğneler) içeren hücrelerini cilde enjekte eder. Bu durum, ciltte küçük, kırmızı kabarcıkların ve kaşıntının oluşmasına neden olur. Bu duruma "Seabather's Eruption" denir.

3. Belirtiler: Belirtiler genellikle birkaç saat içinde ortaya çıkar ve kaşıntı, kızarıklık, şişlik gibi reaksiyonlar içerir. Belirtiler birkaç günden bir haftaya kadar sürebilir.

4. Korunma: Sea lice'nin yaygın olduğu bilinen alanlarda yüzmekten kaçınmak en iyi korunma yoludur. Eğer bu alanlarda yüzmek zorundaysanız, tam vücut kıyafetleri giymek ya da suya girmeden önce cilde koruyucu losyonlar sürmek, larvaların cilde yapışmasını önleyebilir.

5. Tedavi: Eğer sea lice ısırığına maruz kalırsanız, etkilenen bölgeyi hemen duru suyla yıkamak önemlidir. Kaşıntıyı hafifletmek için hidrokortizon kremi veya antihistaminik ilaçlar kullanılabilir. Ayrıca sıcak bir banyo da rahatlatıcı olabilir.

6. Bölgesel Yaygınlık: Bu larvalar, özellikle Florida, Karayipler, Meksika Körfezi ve tropikal denizlerde yaygındır. Sea lice sezonu genellikle yaz aylarında zirve yapar.

Sea lice ile ilgili olarak en önemli nokta, bu yaratıkların genellikle tehlikeli olmadıkları, ancak oldukça rahatsız edici olabilecekleri ve belirtilerin kendi kendine geçebileceğidir. Yine de, herhangi bir şüpheli durumda doktora başvurmak en güvenli yol olacaktır.

Melis'in Çocukluğu

Bir zamanlar, henüz çok genç olan ve kalbinde büyük bir üzüntü taşıyan küçük bir kız çocuğu yaşarmış. 

Adı Melis'miş. Melis, köyün kenarında, yemyeşil ormanların ve berrak derelerin hemen yanında, minik bir kulübede ailesiyle birlikte yaşarmış. Günlerini oyun oynayarak, doğayı keşfederek ve hayvanlarla dostluk kurarak geçirirmiş.

Bir gün, Melis ormanda yürüyüş yaparken büyük bir çınar ağacının altında bir şey fark etmiş. Küçük, parlayan bir ışık huzmesi toprağın altından süzülüyormuş. Melis, merakla yaklaşıp toprağı kazdığında eski, antik bir anahtar 🗝 bulmuş. Anahtar, hiç görmediği kadar eski ve gizemliymiş. Üzerinde garip semboller ve yazılar varmış, ama anlamı ne olabilirdi? 

Melis, anahtarı 🗝 eline aldığında, birden bire ormanın derinliklerinde, gözle göremediği ama kalbiyle hissedebildiği bir kapının 🚪 açıldığını hissetmiş. Bu kapı, onun çocukluğuna 👱‍♀️ açılan bir kapıymış. Evet, doğru duydunuz, Melis bir zaman yolcusuna dönüşmek üzereymiş.

Melis, o kapıdan 🚪 geçtiğinde, bir anda kendini bebeklik 👩‍🦲 yıllarında bulmuş. Ama bu geçmiş, onun hatırladığı gibi mutlu bir yer değilmiş. O an, bir zamanlar canını acıtan olayları yeniden yaşadığını fark etmiş. Örneğin, çocukluğunda bir gün annesiyle babası tartışırken, Melis bir köşede korkuyla titremiş ve o sırada "Kimseye yaklaşmamalıyım, herkes beni incitiyor," diye düşünmüş.

Ama bu kez, Melis bir çocuk olarak değil, büyümüş ve olgunlaşmış bir zihinle geçmişine bakıyormuş. O an, yaşadığı korkuların ve aldığı kararların hayatını nasıl etkilediğini aniden fark etmiş. Yetişkin kafa ile kendi kendine "Bu kararları ben aldım, bu kararlardan da ben kurtulabilirim!" demiş. Bu olaylardan Çocuk kafa ile değil,  "Yetişkin kafa ile ne ders çıkarabilirim?" "O dersi çıkarıp, hayatıma sahip olduğum yetişkin düşünceler ve yetişkin güçler ile devam etmeliyim." Diye düşünmüş. 

İşte tam o sırada, eski çınar ağacının gölgesi altında bekleyen yaşlı bir bilge belirivermiş. Bilge, Melis'e yaklaşmış ve "Bu anahtar, senin kalbini ve zihnini açmanı sağladı. Geçmişte aldığın kararları değiştirmen için sana bir fırsat sunuyor. Korkularını geride bırak ve kalbinle barış. Çünkü gerçek özgürlük, zihninde saklı," demiş.

Melis, bilgenin sözlerini dinlerken, içinde bir şeylerin değişmeye başladığını hissetmiş. Kendi kendine, "Artık kimseye güvenmemek yerine, insanlara güvenmeyi öğreneceğim. Çocukken aldığım kararlardan kurtulacağım," demiş. O günün kararları belki o zaman doğru idi,  ama artık bebek değilim ve çok şey değişti. 

O günden sonra, Melis geçmişinin onu nasıl etkilediğini daha iyi anlamış ve hayatında yeni bir sayfa açmış. Artık korkuları ve eski kararları yerine, sevgi dolu ve cesur bir kalple yaşamış. Ve bu sayede, geçmişin izleri onu yönlendirmek yerine, ona rehber olmuş. Böylece Melis, kendi masalını mutlulukla devam ettirmiş ve böyle bitirmiş.

Ve kim bilir, belki de bu masalın bir yerinde, Melis'in yaşadıkları hepimizin hayatına bir dokunuş yapar. Çünkü biz de kendi anahtarlarımızı 🗝 bulup, içimizdeki kapıları 🚪 açmayı öğrenebiliriz.

Melis'in masalı burada sona erdi, ama gerçek macera belki de sizin kalbinizde yeni başlıyordur.

2024-08-16

Butirik asit

Butirik asit, kimyasal formülü C₄H₈O₂ olan bir karboksilik asittir. Genellikle butanoik asit olarak da bilinir. Doğal olarak bazı gıdalarda, özellikle tereyağında, ve sindirim sisteminde bulunur. Butirik asit, kısa zincirli bir yağ asidi olup, dört karbon atomu içerir.

Özellikler:
- Fiziksel Özellikler: Butirik asit, oda sıcaklığında renksiz bir sıvı olup, keskin, hoş olmayan bir kokuya sahiptir. Bu koku, ekşi tereyağı ya da ter kokusuna benzetilebilir.
- Erime Noktası: -5 °C
- Kaynama Noktası: 163.5 °C
- Molekül Ağırlığı: 88.11 g/mol

Doğal Kaynaklar:
- Tereyağı: Butirik asit, adını "butyrum" yani tereyağı kelimesinden alır. Tereyağının ekşi kokusu bu asitten kaynaklanır.
- Fermentasyon: İnsan ve hayvanların bağırsaklarında, özellikle kalın bağırsakta, bazı bakteriler tarafından liflerin fermentasyonu sonucu butirik asit üretilir. Bu, bağırsak sağlığı için önemli bir bileşendir.

Kullanım Alanları:
- Gıda Sanayi: Butirik asit, özellikle gıda aromalarında kullanılır. Ayrıca, bazı gıda katkı maddeleri ve koruyucuların üretiminde rol oynar.
- Hayvan Yemi: Sindirim sistemi sağlığını desteklemek amacıyla hayvan yemlerinde de kullanılabilir.
- Kimya Endüstrisi: Butirik asit, çeşitli esterlerin ve diğer kimyasal bileşiklerin üretiminde kullanılır. Ayrıca biyodizel üretiminde bir ara madde olarak da kullanılabilir.

Sağlık ve Güvenlik:
Butirik asit düşük konsantrasyonlarda zararsız olsa da, yüksek konsantrasyonlarda cilt ve gözler üzerinde tahriş edici olabilir. Aşırı maruz kalma durumunda solunum yollarını da tahriş edebilir. Bu nedenle, endüstriyel kullanımlarda koruyucu önlemler alınmalıdır.

Butirik asit, hem biyolojik süreçlerde hem de endüstriyel uygulamalarda önemli bir rol oynayan bir organik asittir.