Elbette, aşağıda Jacques Lacan’ın Seminer II: Freud’un Teknik Yazıları Üzerine (1954–1955) adlı çalışması üzerine ayrıntılı ve açıklayıcı bir yazı bulacaksınız. Yazı, Lacan'ın temel kavramlarını, seminerin içeriğini ve bu seminerin psikanaliz kuramındaki yerini anlamaya yönelik bir çerçeve sunmaktadır.
Jacques Lacan’ın Seminer II’si Üzerine Ayrıntılı Bir İnceleme
“Freud’un Teknik Yazıları Üzerine” (1954–1955)
Giriş: Lacan’ın Seminerlerinin Konumu
Jacques Lacan, psikanaliz tarihinin en etkili ve en özgün düşünürlerinden biridir. Lacan’ın 1953’te başlattığı seminerler dizisi, hem Freud’un kuramlarına yeni yorumlar getirmiş hem de psikanalizi dil, gösteren, yapı ve özne gibi kavramlarla yeniden temellendirmiştir. Seminer II, bu bağlamda Lacan’ın psikanalizi yeniden yapılandırma sürecindeki erken ama kurucu metinlerinden biridir.
Seminer II, Freud’un teknik metinlerini temel alır. Ancak bu seminerde Lacan, teknik sorunların ötesine geçerek, özne, bilinçdışı, aktarım, zaman, gerçeklik ve bilgi gibi temel ontolojik ve epistemolojik meseleleri tartışmaya başlar. Bu yönüyle, Lacan’ın dil felsefesi, fenomenoloji ve yapısalcılıkla yoğun etkileşimde bulunduğu bir dönemdir.
I. Freud’un Teknik Metinleri ve Lacan’ın Yorumlayıcı Yaklaşımı
Seminer II’nin çıkış noktası, Freud’un 1911-1915 arasında yazdığı bazı teknik makalelerdir. Bunlar arasında:
- “Psikanalitik Tedavinin Başlangıcı Üzerine”
- “Aktarımın Dinamiği ve Aktarımın Tedavideki Yeri”
- “Rüya Yorumu Üzerine Notlar”
- “Yorumun Doğası Üzerine”
gibi metinler vardır.
Lacan bu metinleri yalnızca teknik öneriler olarak değil, Freud’un bilinçdışı kavrayışına açılan teorik kapılar olarak okur. Ona göre Freud’un teknik önerileri, “bilinçdışının konuşma gibi yapılandığı” savının ipuçlarını taşır. Bu seminer boyunca Lacan, Freud’un teknik tavsiyelerinin arkasındaki epistemolojik mantığı çözümlemeye çalışır.
II. Aktarım: Bilginin Dayanılmazlığı
Seminerin en önemli temalarından biri aktarımdır. Lacan aktarımı, sadece analist ile analizan arasındaki duygusal ilişki değil, aynı zamanda öznenin bilgiye karşı geliştirdiği direnç olarak yorumlar. Ona göre:
“Aktarım, öznenin bilgiyle karşılaştığında sergilediği dirençtir.”
Bu kavrayış, klasik anlayıştan farklıdır. Aktarım artık bir “engel” değil, analiz sürecinin asli parçasıdır. Lacan için özne, bilgiyi doğrudan almak yerine, onu bir başkasının (analistin) söyleminde dolayımlı olarak kurar. Bu nedenle analiz süreci, öznenin kendi arzusu ve bilinçdışını bir başkası aracılığıyla yeniden yapılandırmasıdır.
III. Gerçeklik ve Gerçek (le réel)
Seminer II’de Lacan, daha sonra geliştireceği Gerçek, Simgesel ve İmgesel düzenlerin ilk izlerini sunar. Bu bağlamda “gerçeklik” (realité), dilsel ve toplumsal olarak yapılandırılmış bir düzendir. Buna karşılık “gerçek” (le réel), dil öncesi, adlandırılamayan, simgeselleştirilemeyen bir dışsallığı temsil eder.
Gerçek ile karşılaşma, öznenin yapılandırılmış gerçekliğinin sınırına gelip dayandığı andır. Bu karşılaşma çoğunlukla travmatik bir biçimde deneyimlenir. Seminerdeki Freud yorumları, bu “gerçek”le karşılaşmanın nasıl analiz sürecinde yeniden üretildiğini tartışır.
IV. Özne ve Bilinçdışı: Husserl ve Hegel’e Açılan Kapılar
Bu seminer, Lacan’ın özellikle Husserl (fenomenoloji) ve Hegel (diyalektik) ile kurduğu ilişkilerin yoğunlaştığı bir dönemdir. Lacan, Freud’un öznesini Hegelci “negatiflik” ve Husserlci “yönelimsellik” ile düşünmeye başlar. Özellikle şu fikir öne çıkar:
Bilinçdışı özneye dışsal değildir, öznenin içkin bir yapısıdır; ama özne bu yapıya doğrudan erişemez.
Bu nedenle analiz süreci, öznenin kendisiyle “dolaylı” olarak, dil üzerinden karşılaşmasıdır. Lacan, Freud’un “bilinçdışı arzuların rüyalarda ya da dil sürçmelerinde dışa vurulması” fikrini bu bağlamda yeniden teorize eder.
V. Simgesel Düzenin Kurulması: Dilin Yapılandırıcı Rolü
Seminer II’de Lacan, dilin yapısal rolünü giderek daha açık şekilde tartışmaya başlar. Özellikle gösteren ve gösterilen kavramları, Saussure ve Lévi-Strauss etkisiyle yeniden düşünülür. Lacan’a göre:
- Özne, gösterenlerin zinciri içinde kurulur.
- Bilinçdışı, gösterenlerin farklı bağlamlarda tekrar yapılandırılmasıyla çalışır (tıpkı şifreli bir metin gibi).
- Anlam, sabit değildir; her zaman başka bir gösterene ertelenir.
Bu nedenle seminerin ilerleyen bölümlerinde Lacan, analiz sürecini “öznenin gösteren zincirinde yerini bulması” olarak tanımlar.
VI. Analist Ne Yapar?
Seminerin sonlarına doğru Lacan, analistin işlevine dair radikal bir yorum getirir. Analist, öznenin bilgiye direncini kırmak ya da onu doğrudan “anlatmaya” zorlamak için orada değildir. Tam tersine, analistin rolü, özneyi kendi söylemini kurması için bir boşlukla karşılaştırmaktır. Bu anlamda analist:
- Bilgi vermez,
- Yorumlamakta acele etmez,
- Anlamı “tüketmek” yerine çoğaltır.
Lacan bu pozisyona “analistin arzusu” der. Bu arzu, öznenin kendi arzusu ile karşılaşmasını mümkün kılan bir suskunluk, bir mesafedir.
Sonuç: Seminer II’nin Psikanaliz Kuramındaki Yeri
Seminer II, Lacan’ın Freud yorumunu dilsel, yapısalcı ve felsefi bir zemine oturtmaya başladığı dönüm noktasıdır. Burada analitik süreç artık sadece içeriğe değil, o içeriğin yapılandırıldığı biçime odaklanır. Aktarım, bilgi, özne, bilinçdışı ve dil gibi kavramlar, hem klinik hem kuramsal düzeyde yeniden anlamlandırılır.
Bu seminer, Lacan’ın ileride geliştireceği “Simgesel-İmgesel-Gerçek”, “ayna evresi”, “gösteren zinciri”, “bölünmüş özne” gibi pek çok önemli kavramın ilk nüvelerini içerir. Bu yönüyle Seminer II, Lacan’ın düşüncesine girmek isteyenler için güçlü bir giriş kapısıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder