ABD’nin İran Politikası, Güç Dengesi ve Küresel İstikrar Üzerine Bir Analiz
ABD’nin İran’la ilişkileri, 20. yüzyılın ortalarından beri küresel güç dengesini etkileyen en karmaşık meselelerden biri. Bu yazıda, ABD’nin Şah döneminde İran’daki kontrolünü nasıl kaybettiğini, 1979’dan 2025’e uzanan süreçte İran üzerinde yumuşak güç (soft power) yöntemleriyle neden başarılı olamadığını, İran’ın BRICS ülkeleri ve özellikle Çin için petrol tedarikçisi rolünü, sert güç (hard power) kullanımının olası sonuçlarını, tek kutuplu bir dünyanın stabilitesini ve ABD’nin iç sorunlarının uzun vadeli etkilerini ayrıntılı bir şekilde ele alalım.
1. ABD, Şah Kucağında İran: Kontrol Nasıl Kaybedildi?
ABD, 1950’ler ve 60’larda İran’ı Şah Muhammed Rıza Pehlevi üzerinden bir nevi “kukla rejim” gibi görüyordu. 1953’te CIA destekli bir darbeyle Başbakan Musaddık devrilmiş ve Şah, Batı yanlısı bir lider olarak güçlendirilmişti. Şah, İran’ın petrol kaynaklarını Batı’ya açtı, modernleşme politikalarıyla ülkeyi seküler bir çizgiye çekti ve ABD’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiklerinden biri haline geldi. Ancak bu “kontrol”, İran halkı nezdinde meşru değildi. Şah’ın otoriter yönetimi, ekonomik eşitsizlikler ve Batı’ya bağımlılık, toplumda büyük bir hoşnutsuzluk yarattı.
1979 İran Devrimi, bu düzenin çöküşü oldu. Ayetullah Humeyni liderliğinde İslamcı güçler Şah’ı devirdi ve İran İslam Cumhuriyeti’ni kurdu. ABD, bu devrimle sadece bir müttefiki kaybetmedi; aynı zamanda Orta Doğu’daki stratejik üstünlüğünü de büyük ölçüde yitirdi. İran, ABD karşıtı bir çizgiye kaydı ve bu, iki ülke arasında on yıllardır süren bir düşmanlığın başlangıcı oldu. Şah kucağında başlayan kontrol, tepki hareketiyle yerle bir olmuştu.
2. 1979-2025: Yumuşak Güç Neden Başarısız Oldu?
1979’dan günümüze (ve varsayımsal olarak 2025’e kadar), ABD İran’ı yeniden nüfuz alanına çekmek için çeşitli yumuşak güç yöntemleri denedi. Yumuşak güç, askeri zor veya ekonomik baskı yerine diplomasi, kültürel etkileşim ve cazibe yoluyla etki yaratmayı amaçlar. ABD’nin İran’daki girişimleri şunlar oldu:
- Diplomasi: 2015’teki İran Nükleer Anlaşması (JCPOA), Obama döneminde bir yumuşak güç başarısı gibi göründü. İran’ın nükleer programını sınırlama karşılığında yaptırımların hafifletilmesi hedefleniyordu. Ancak Trump’ın 2018’de anlaşmadan çekilmesi bu çabayı baltaladı.
- Ekonomik Yaptırımlar: Yaptırımlar her ne kadar sert güç gibi görünse de, İran’ı müzakere masasına çekmek için bir baskı aracı olarak kullanıldı. Ama İran, yaptırımlara direndi ve alternatif ticaret yolları (örneğin Çin’le işbirliği) geliştirdi.
- Kültürel Etkileşim: Hollywood filmleri, Amerikan pop kültürü ve internet üzerinden İran gençliğini etkileme girişimleri oldu. Ancak İran rejimi, bu tür etkilere karşı katı sansür ve propaganda ile karşılık verdi.
Sonuç? İran, Orta Doğu’da hâlâ bağımsız bir aktör. ABD’nin yumuşak güç yöntemleri, İran’ın ideolojik direncini kıramadı. Rejimin anti-Amerikan duruşu, iç politikada birleştirici bir unsur haline geldi. Dahası, İran’ın Şiilik üzerinden bölgesel nüfuzunu artırması (Hizbullah, Yemen’deki Husiler), ABD’nin kontrol çabalarını zorlaştırdı. 2025’e geldiğimizde (bugünden öngörüyle), bu tablonun değişmesi pek olası değil.
3. İran, BRICS ve Çin: Petrolün Gücü
İran, BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) için önemli bir petrol tedarikçisi. Özellikle Çin, İran petrolünün en büyük alıcısı. ABD ve Batı’nın yaptırımları yüzünden İran, petrolünü piyasa fiyatlarının altında satıyor. Bu, Çin’in üretim maliyetlerini düşürüyor ve ekonomik büyümesini destekliyor. 2022 verilerine göre, İran Çin’e günlük yaklaşık 1 milyon varil petrol sağlıyor – ki bu, resmi rakamların ötesinde gayriresmi yollarla daha da artabilir.
Peki, ABD bu petrol akışını keserse ne olur? Çin’in enerji güvenliği zora girer, üretim maliyetleri artar ve ekonomik büyümesi bir miktar sekteye uğrar. Bu, ABD’nin Çin’e karşı jeopolitik bir hamlesi olabilir. Ancak bu o kadar basit değil:
- İran, petrolünü Çin’e deniz yoluyla ulaştırıyor (örneğin Hürmüz Boğazı üzerinden). ABD bu rotayı askeri olarak engellerse, küresel enerji piyasaları karışır ve petrol fiyatları fırlar.
- Çin, Rusya ve diğer BRICS ülkeleriyle alternatif enerji anlaşmaları geliştirebilir. İran’ı bypass etmek zaman alır, ama imkânsız değil.
- İran’ın misilleme kapasitesi var: Hürmüz Boğazı’nı kapatmak gibi radikal adımlar, tüm dünyayı etkiler.
ABD, İran petrolünü keserek Çin’i “bir gıdım zora sokabilir”, ama bu hamle geri tepebilir. Küresel enerji krizi, ABD’nin müttefiklerini (örneğin Avrupa’yı) bile vurabilir.
4. Sert Güç Devrede: Riskler ve Olasılıklar
Yumuşak güç başarısız olunca, ABD’nin sert güce yönelmesi kaçınılmaz görünüyor. Sert güç, askeri müdahale, daha ağır yaptırımlar veya rejim değişikliği gibi araçları içerir. Tarihsel örnekler var: 2003 Irak işgali, sert gücün bir yansımasıydı. İran için de benzer senaryolar masada:
- Askeri Müdahale: İran’ın nükleer tesislerine hava saldırısı veya sınırlı bir işgal düşünülebilir. Ama İran, Irak’tan çok daha zor bir hedef. Dağlık coğrafyası, güçlü ordusu ve vekil güçleri (Hizbullah gibi) caydırıcı faktörler.
- Yaptırımlar: Zaten ağır yaptırımlar var, ama ABD, İran’ı tamamen izole etmek için Çin ve Rusya’yı da hedef alabilir. Bu, küresel bir ticaret savaşını tetikler.
- Rejim Değişikliği: CIA destekli bir iç isyan veya darbe, teoride mümkün. Ancak 1979’dan beri İran rejimi bu tür tehditlere karşı hazırlıklı.
Sert güç, kısa vadede İran’ı ve dolaylı olarak Çin’i zayıflatabilir. Ama uzun vadede kaos yaratır: Orta Doğu’da yeni bir savaş, enerji krizleri, mülteci dalgaları ve ABD’nin uluslararası meşruiyetinin erozyonu. Sert güç, çözümden çok sorun doğurabilir.
5. Tek Kutuplu Dünya Stabil Olabilir mi?
Asıl mesele bu: ABD’nin tek süper güç olduğu bir dünya, istikrar sağlar mı? Tarih ve teori, bize karışık cevaplar sunuyor.
- Evet Diyenler: Tek kutuplu sistem, hegemon bir gücün kuralları koyup çatışmaları bastırmasını sağlar. Soğuk Savaş sonrası 1990’lar, ABD’nin bu rolü oynadığı bir dönemdi. Küresel ticaret büyüdü, demokrasi yayıldı.
- Hayır Diyenler: Tek kutuplu sistemler geçicidir. Roma İmparatorluğu, Britanya İmparatorluğu gibi örnekler, hegemonyanın er ya da geç çöktüğünü gösteriyor. Güç, doğası gereği denge ister. Bugün BRICS, çok kutuplu bir dünyaya geçişin işareti.
Bugün ABD’nin tek kutuplu dominansı, Çin, Rusya ve İran gibi aktörler yüzünden mümkün değil. Tek kutuplu bir dünya, geçici bir istikrar sunsa da, uzun vadede baskı ve çatışma üretir. Çok kutuplu sistemler kaotik görünebilir, ama güç dağılımı dengelendiğinde daha sürdürülebilir olabilir.
6. ABD’nin İç Sorunları: Eğitim ve Sağlık
ABD’nin küresel gücünün bir başka boyutu, iç dinamikleri. Temel eğitim ve sağlık hizmetlerindeki sorunlar, uzun vadede ciddi bir tehdit:
- Eğitim: ABD’de devlet okulları, PISA gibi uluslararası testlerde orta sıralarda. STEM (bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) alanlarında Çin ve Güney Kore gibi ülkeler öne geçiyor. Eğitimsiz bir nesil, inovasyonu baltalar.
- Sağlık: ABD, zengin bir ülke olmasına rağmen sağlık sisteminde eşitsizlik büyük. Milyonlarca insan sigortasız, yaşam beklentisi düşüyor. Sağlıksız bir toplum, ekonomik üretkenliği ve askeri kapasiteyi zayıflatır.
Çin, bu alanlarda hızla ilerlerken, ABD’nin gerilemesi rekabet gücünü eritebilir. Hegemonya, sadece dış politikayla değil, iç dayanıklılıkla da korunur.
Sonuç: Güç ve Denge Arayışı
ABD, Şah’la İran’ı kaybetti, yumuşak güçle geri kazanamadı. İran’ın Çin’e petrol akışı, ABD için stratejik bir meydan okuma. Sert güce başvurmak cazip görünebilir, ama riskleri büyük. Tek kutuplu bir dünya, kısa vadede istikrar vaat etse de, uzun vadede çatışmaya gebe. Üstelik ABD’nin eğitim ve sağlık gibi iç sorunları, gücünü içeriden kemiriyor.
Güç, denge ister. ABD, İran ve Çin’i kontrol etmek için hamleler yapabilir, ama bu hamleler küresel istikrarı riske atar. Belki de asıl cevap, tek kutuplu bir hegemonya peşinde koşmak yerine, çok kutuplu bir dünyada işbirliği ve rekabeti dengelemektir. Gelecek, bu dengenin nasıl kurulacağına bağlı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder