İran’ın Geleceği: Varoluşsal Bir Çıkmazın Anatomisi
İran’ın bugünü ve geleceği, hem iç dinamiklerin hem de dış baskıların şekillendirdiği karmaşık bir tablo sunuyor. İranlı bir perspektiften bakıldığında, bu durum artık yalnızca siyasi bir mesele olmaktan çıkıp varoluşsal bir krize dönüşmüş durumda. İran halkı, bir yanda kendi rejiminin işlevsizliği ile boğuşurken, diğer yanda dışarıdan gelen müdahalelerin yarattığı korkular arasında sıkışıp kalmış hissediyor. Bu yazıda, İran’ın mevcut durumunu ve geleceğine dair bu derin endişeleri ayrıntılı bir şekilde ele alacağım.
İçerdeki Çöken Yapı: İslam Cumhuriyeti’nin Krizi
İran’ın iç siyaseti, yıllardır süregelen bir dizi sorunla tanımlanıyor. Yüce Lider ve seçilmemiş dini kurumlar tarafından yönetilen İslam Cumhuriyeti, halkın büyük bir kısmını yabancılaştıran politikalar izledi. Bu politikalar üç ana başlıkta toplanabilir:
- Ekonomik Kötü Yönetim: Uzun süredir devam eden yaptırımlar, yolsuzluk ve kaynakların verimsiz kullanımı, İran ekonomisini çöküşün eşiğine getirdi. Halk, günlük yaşamda artan yoksulluk ve işsizlikle mücadele ederken, rejim bu sorunlara etkili çözümler üretemiyor.
- Özgürlüklerin ve Muhalefetin Bastırılması: Hükümet, muhalif sesleri sert bir şekilde susturdu. Gösteriler, protestolar ve reform talepleri ya şiddetle bastırıldı ya da göz ardı edildi. Bu, özellikle genç nesillerde derin bir hayal kırıklığı yarattı.
- Sert İdeolojik Kontrol: Rejim, katı bir dini ideoloji dayatarak toplumun modernleşme ve özgürleşme arzularını engelledi. Bu kontrol, bireylerin hayatlarına müdahale ederken, aynı zamanda rejimin meşruiyetini sorgulanır hale getirdi.
Sonuç olarak, halkın rejime olan inancı büyük ölçüde eridi. Reform girişimleri ya yozlaştırıldı ya da ezildi; bu da değişim umutlarını yok etti.
İranlılar, İslam Cumhuriyeti’nin ahlaki ve siyasi olarak iflas ettiğini düşünüyor. Ancak bu, hikayenin sadece bir kısmı.
Dışarıdaki Tehdit: Müdahalenin Gölgesi
İran halkı, rejimden duyduğu memnuniyetsizliğe rağmen, rejimin dışarıdan çökertilmesine de sıcak bakmıyor. Bunun nedeni, Ortadoğu’daki yakın tarihin acı dersleri. Irak, Libya, Suriye ve Afganistan gibi ülkelerde Batı müdahalelerinin sonuçları, İranlılar için bir uyarı niteliğinde:
- Irak: 2003’te ABD’nin işgali, Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle “özgürlük” vaat etmişti. Ancak sonuç, yıllarca süren iç savaş, mezhep çatışmaları ve IŞİD gibi örgütlerin yükselişi oldu.
- Libya: 2011’de NATO müdahalesi, Kaddafi rejimini sona erdirdi ama ülke kaosa sürüklendi ve hâlâ istikrar bulamadı.
- Suriye: Batı destekli muhalefet, iç savaşı körükledi; milyonlarca insan yerinden edildi ve ülke harabeye döndü.
- Afganistan: 20 yıllık ABD işgali, Taliban’ın geri dönüşüyle sonuçlandı ve “demokrasi” hayali çöktü.
Bu örnekler, İran halkını dışarıdan gelen müdahalelere karşı temkinli hale getirdi. Özellikle ABD ve İsrail gibi aktörlere güvenilmemesinin temel sebebi, bu ülkelerin Ortadoğu’daki “kurtarılmış” uluslara yönelik geçmiş sicilleri.
İranlılar, “özgürlük” vaadiyle başlayan süreçlerin genellikle boşluk, yangın ve kalıcı istikrarsızlık getirdiğini düşünüyor. Bu nedenle, rejimden nefret etseler bile, dış müdahaleyi bir çözüm olarak görmüyorlar.
Üç Gerçeğin Gölgesinde Yaşamak
İran halkı, aynı anda üç zorlu gerçekle yüzleşiyor:
- İslam Cumhuriyeti’nin İflası: Rejim, ahlaki ve siyasi meşruiyetini kaybetmiş durumda. Halk, bu sistemin kendilerine refah ya da özgürlük sunamayacağını biliyor.
- Yabancı Alternatiflerin Çöküş Getirmesi: Batı ya da diğer dış aktörlerin sunduğu “kurtuluş” senaryoları, özgürlük yerine kaos ve yıkım vaat ediyor. Komşu ülkelerin kaderi, bu korkuyu pekiştiriyor.
- Kötü Hükümetin Varlığı, Yokluğundan İyidir: İranlılar, kötü bir rejimle yaşamanın, hükümetin tamamen çökmesi ve ortaya çıkacak anarşiyle yüzleşmekten daha katlanılabilir olduğunu düşünüyor.
Bu üç gerçek, İran halkını bir çıkmaza sürüklüyor.
Sessizlikleri, rejimi onayladıkları anlamına gelmiyor; aksine, süper güçlerin “yardım” kisvesi altında neler yapabileceğini bildikleri için gösterdikleri bir dikkat.
Bu, pragmatik bir hayatta kalma stratejisi.
Nefret Edilen Bir Evde Sıkışıp Kalmak
İran’ın durumu, tek bir cümleyle özetlenebilir: Kendi rejimi tarafından rehin alınmış bir ulus, ama komşularının yaşadığı trajedilerden korkarak nefret ettiği bir evde sıkışıp kalmış.
Bu metafor, İran halkının ruh halini çarpıcı bir şekilde yansıtıyor. Rejim, halkı baskı altında tutarken, dışarıdaki “yangınlar” (kaos ve istikrarsızlık) onları bu eve zincirliyor.
Etraflarındaki yıkımı gördükçe, mevcut durumun tüm kötülüğüne rağmen bir tür “güvenlik” sunduğunu hissediyorlar.
Bu durum, İran’ın geleceği hakkında derin bir endişe ve belirsizlik yaratıyor. Ne rejim içindeki bir reform ne de dışardan gelen bir müdahale, halk için güvenilir bir çıkış yolu gibi görünmüyor.
İranlılar, hem içerideki baskıya hem de dışarıdaki tehditlere karşı bir denge kurmaya çalışırken, varoluşsal bir krizin içinde debeleniyor.
Sonuç: Belirsiz Bir Gelecek
İran’ın geleceği, ne tamamen rejimin elinde ne de dış güçlerin insafında.
Halk, bu iki çöken yapının arasında bir yol bulmaya çalışıyor, ancak seçenekler sınırlı. Rejim değişse bile, yerine neyin geleceği belirsiz; dış müdahale ise özgürlükten çok yıkım vaat ediyor.
Bu nedenle, İranlılar için mesele artık sadece siyasi bir tercih değil, bir ulusun hayatta kalma mücadelesi.
Bu varoluşsal kriz, İran’ı hem içeriden hem dışarıdan kuşatan bir gölge gibi.
Gelecek, ne yazık ki, bu gölgenin altında şekillenmeye devam edecek gibi görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder