Trump'ın Amerika'nın Şirket Kazananlarını Seçme Çabası Felaketle Sonlanacak: Serbest Piyasadan Devlet Müdahaleciliğine Geçişin Tehlikeleri
Amerika Birleşik Devletleri, 20. yüzyıl boyunca yalnızca askeri ya da kültürel gücüyle değil, ekonomik dinamizmiyle de dünyanın lideri oldu.
Bu başarının temelinde yatan en güçlü unsur, serbest piyasa kapitalizminin işleyişiydi.
Rekabetin, yeniliğin ve girişimci ruhun şekillendirdiği bu sistem, yeni endüstrilerin doğmasına, teknolojik devrimlerin gerçekleşmesine ve küresel refahın artmasına öncülük etti. Ancak Donald Trump’ın ikinci başkanlık döneminde bu gelenek, ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya. Trump yönetiminin giderek daha açık biçimde benimsediği “kazanan seçme” yaklaşımı – yani belirli sektörleri, şirketleri ya da yatırımları devlet müdahalesiyle ön plana çıkarma çabası – yalnızca piyasa dinamiklerini bozmakla kalmayacak, aynı zamanda Amerikan ekonomisinin temel rekabet avantajlarını da zedeleyebilir.
1. Serbest Piyasanın Yaratıcı Gücü: “Görünmez El”in İşleyişi
ABD ekonomisinin yükselişinin temelinde serbest piyasa mekanizmalarının sağladığı verimlilik ve dinamizm yatar. Adam Smith’in “görünmez el” teorisi, bireylerin kendi çıkarlarını maksimize etme çabasının toplumsal refaha hizmet ettiğini öne sürer. Piyasa sistemi, verimsiz firmaları eleyerek kaynakların daha üretken alanlara yönelmesini sağlar.
Bunun en somut örneklerinden biri, 1990’larda yaşanan internet devrimidir. Silikon Vadisi’nde küçük garajlarda başlayan girişimler – Apple, Amazon, Google gibi – devlet desteğiyle değil, piyasa rekabetiyle büyüdü. Bu şirketlerin başarısının ardında siyasi müdahale değil, tüketici talebi, risk alma kültürü ve yenilikçilik yatıyordu.
Devletin ekonomide aşırı aktif rol üstlendiği örnekler ise çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlandı. Sovyetler Birliği’nin ağır sanayiye öncelik veren merkezi planlaması, yeniliği boğarak sistemin çöküşüne yol açtı. Latin Amerika’nın 20. yüzyıl ortasındaki ithal ikameci sanayi politikaları, kısa vadede büyüme sağlasa da uzun vadede verimsizlik, yolsuzluk ve borç krizleriyle sonuçlandı. Dünya Bankası verileri, devlet destekli şirketlerin ortalama verimliliğinin rekabetçi özel şirketlere göre %20-30 daha düşük olduğunu ortaya koyuyor.
2. Trump Döneminde Müdahaleciliğin Somutlaşması: Üç Örnek
a. Nippon Steel – US Steel Satın Alması: Altın Hisseyle Siyasi Vesayet
Haziran 2025’te Japon çelik devi Nippon Steel, 14.9 milyar dolar karşılığında US Steel’i satın aldı. Ancak Trump yönetimi, bu satın almayı “altın hisse” şartına bağlayarak hükümete şirket kararları üzerinde veto yetkisi tanıdı. Bu, serbest yatırım ortamının doğrudan ihlali anlamına geliyor.
Trump yönetimi, Eylül 2025’te bu yetkiyi kullanarak Granite City tesisinin kapanmasını engelledi. Ekonomik gerekçelerle alınan bir karar, siyasi kaygılarla bozulmuş oldu. Bu durum, yabancı yatırımcılar açısından ciddi bir belirsizlik sinyali veriyor ve ABD’nin “yatırım dostu ülke” imajını zedeliyor.
b. Nvidia ve AMD – Çin’e Çip Satışı Anlaşması: Yasak + Vergi Hibriti
Nisan 2025’te Çin’e gelişmiş çip satışını yasaklayan Trump yönetimi, Temmuz’da bu yasağı geri çekip Nvidia ve AMD ile yeni bir anlaşma yaptı: Şirketler Çin satışlarının %15’ini ABD hükümetine ödeyeceklerdi. Bu yaklaşım, ulusal güvenlik gerekçesiyle başlayan bir politikanın kısa sürede gelir temelli bir pazarlığa dönüşmesinin çarpıcı örneği oldu.
Siyasi müzakerenin iş dünyasına bu denli doğrudan yansıması, piyasa kurallarını bulanıklaştırıyor. Şirketler artık yenilikle değil, Washington’daki ilişkileriyle ayakta kalabileceklerini düşünmeye başlıyorlar.
c. Intel – Hibe Yerine Devlet Hissesi: Devlet Ortaklığına Giden Yol
Ağustos 2025’te Trump yönetimi, CHIPS Act kapsamında Intel’e ayrılan 8.9 milyar dolarlık hibeyi doğrudan hisse alımına dönüştürdü. Devlet, Intel’in %10’una sahip oldu. Bu durum, özel sektör yatırımlarının siyasi etkilerle yönlendirilmesinin önünü açtı.
Intel’in üretim tesislerindeki gecikmeler ve rekabet gücündeki zayıflama, devletin müdahalesiyle çözülemeyecek yapısal sorunlardır. Buna rağmen Trump yönetimi, “stratejik şirketleri kurtarma” adı altında vergi mükelleflerinin parasını riskli projelere akıtmaya devam ediyor.
3. Ekonomik ve Tarihsel Perspektiften: Neden Bu Politika Başarısız Olacak?
a. Kaynak İsrafı ve Yanlış Yönlendirme
Devletin “kazanan” ilan ettiği şirketlere yapılan destekler, aslında kaynakların yanlış alanlara yönlendirilmesidir. Verimsiz şirketler ayakta tutulur, yenilikçi girişimler ise kaynak bulmakta zorlanır. İngiltere’nin 1970’lerde British Leyland’a yaptığı milyarlarca dolarlık kurtarma operasyonu, otomotiv sektörünü rekabetçi olmaktan çıkarıp çöküşe sürüklemiştir.
b. Rekabetin Zayıflaması ve Lobiciliğin Artması
Devletin doğrudan müdahalesi, şirketleri yenilikten çok lobi faaliyetlerine yöneltir. Başarının ölçütü teknolojik atılım değil, siyasi nüfuz olur. Bu da uzun vadede rekabet gücünü zayıflatır.
c. İnovasyonun Körelmesi
Devletin karar alma süreçlerine sızması, risk alma iştahını azaltır. Şirketler, siyasi onay almadan radikal teknolojilere yatırım yapmaktan çekinir. Bu durum, özellikle yapay zeka ve biyoteknoloji gibi hızla gelişen alanlarda ABD’yi geri bırakabilir.
4. Politikanın Sonuçları: Devlet Kapitalizmine Doğru
Trump’ın yaklaşımı, ABD’yi Çin ve Rusya gibi devlet kapitalizmi modellerine yaklaştırıyor. Bu sistemlerde devlet, ekonomik kararların merkezine oturur, ancak bu durum uzun vadede inovasyonu boğar ve ekonomik dinamizmi yitirir.
New York Times’ın deyimiyle, ABD ekonomisi “lider merkezli” hale geliyor. Şirketler artık yatırım planlarını Washington’daki siyasi rüzgarlara göre yapıyor. Bu, piyasa ekonomisinin en temel ilkesi olan öngörülebilirlik ve istikrara ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Sonuç: Serbest Piyasaya Dönüş Şart
Donald Trump’ın “kazananları seçme” stratejisi, kısa vadede popülist bir çekicilik taşıyabilir. Ancak tarih ve ekonomik teori bize, bu yolun sonunun verimsizlik, yolsuzluk ve rekabet kaybı olduğunu defalarca gösterdi.
ABD’nin gücü, devletin şirketleri yönetmesinden değil, şirketlerin rekabet içinde en iyiyi üretmesinden kaynaklanır. Devletin rolü, piyasa için adil kurallar koymak ve stratejik araştırmaları desteklemek olmalıdır; hissedar olmak, veto hakkı kullanmak ya da gelir paylaşımı dayatmak değil.
Eğer bu gidişat durdurulmazsa, “Amerikan mucizesi” olarak anılan ekonomik model, kendi elleriyle bozulacak. Ve tarihin öğrettiği gibi: Devletin seçtiği “kazananlar” sonunda hepimizi kaybeden yapar.
Son söz: Amerika’nın geleceği, devlet eliyle şekillendirilen bir endüstri politikasında değil, serbest piyasanın yaratıcılığında yatıyor. Trump’ın müdahaleci ekonomisi, görünüşte güçlü ama özünde kırılgan bir yapı inşa ediyor – ve bu yapı, er ya da geç çökecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder