2025-09-17

Dani Rodrik’in The Globalization Paradox: Democracy and the Future of the World Economy (2011) adlı kitabının özeti

Dani Rodrik’in The Globalization Paradox: Democracy and the Future of the World Economy (2011) adlı kitabı, küreselleşme, ulusal egemenlik ve demokrasi arasındaki karmaşık ilişkiyi ele alıyor. 

Rodrik, küreselleşmenin ekonomik faydalarını kabul ederken, bu sürecin demokrasi ve ulusal kendi kaderini tayin hakkı üzerinde yarattığı gerilimlere odaklanıyor. 

Kitabın temel tezi, "siyasi üçyol" (political trilemma) olarak adlandırdığı bir çerçeveyle açıklanıyor: 

Küreselleşme, demokrasi ve ulusal egemenlik aynı anda tam olarak sağlanamaz; bu üçünden yalnızca ikisi bir arada sürdürülebilir. 

Rodrik, bu çerçeveyi tarihsel, teorik ve ampirik analizlerle destekleyerek, küreselleşmenin sınırlarını ve daha adil bir küresel ekonomik düzen için öneriler sunuyor.

Kitabın Geniş Özeti

1. Siyasi Üçyol (The Political Trilemma of the World Economy)

Rodrik’in kitabın omurgasını oluşturan kavramı, küresel ekonomi bağlamında bir "üçleme"dir:

  • Küreselleşme (hyperglobalization): Sınır ötesi ticaret, sermaye akışı ve ekonomik entegrasyonun maksimum düzeyde serbestleştirilmesi.
  • Demokrasi: Halkın kendi hükümetini seçme ve politikalarını şekillendirme hakkı.
  • Ulusal egemenlik: Bir ulus-devletin kendi ekonomik ve sosyal politikalarını bağımsız bir şekilde belirleme yetkisi.

Rodrik, bu üç hedefin aynı anda tam olarak sağlanamayacağını savunuyor. Örneğin:

  • Küreselleşme ve demokrasi bir arada sürdürülebilir, ancak bu durumda ulusal egemenlik kısıtlanabilir (örneğin, Avrupa Birliği’nde üye devletlerin bazı yetkileri Brüksel’e devredilir).
  • Küreselleşme ve ulusal egemenlik bir arada olabilir, ancak bu, demokratik hesap verebilirliği zayıflatabilir (örneğin, otoriter rejimlerde).
  • Demokrasi ve ulusal egemenlik bir arada sürdürülebilir, ancak bu durumda küreselleşme sınırlanır (örneğin, korumacı politikalar).

Rodrik, bu üçlemenin, ülkelerin küreselleşme çağında karşılaştığı temel bir ikilemi ortaya koyduğunu belirtiyor. 

Çoğu zaman, hiperküreselleşme (serbest ticaret ve sermaye hareketlerinin aşırı serbestleştirilmesi) demokrasiyi ve ulusal egemenliği tehdit ediyor.

2. Küreselleşmenin Tarihi ve Evrimi

Rodrik, küreselleşmenin tarihsel gelişimini inceleyerek, 19. yüzyılın altın standardı döneminden 20. yüzyılın Bretton Woods sistemine kadar olan süreçleri analiz ediyor. 19. yüzyılda, altın standardı küresel ticareti kolaylaştırırken, ulusal hükümetlerin para politikası üzerinde kontrolünü sınırladı ve bu da sosyal huzursuzluklara yol açtı. Bretton Woods sistemi (1944-1971) ise, uluslararası ticareti teşvik ederken ulusal hükümetlere daha fazla politika esnekliği tanıyan bir uzlaşma olarak ortaya çıktı. Ancak 1980’lerden itibaren neoliberal politikalarla birlikte hiperküreselleşme dönemi başladı. Bu dönem, serbest piyasa ideolojisinin hakimiyetiyle karakterize edildi ve ulusal hükümetlerin ekonomik politikalarını uluslararası piyasalara tabi kıldı.

Rodrik, bu süreçte küreselleşmenin kazananları (örneğin, çok uluslu şirketler, finansal elitler) ve kaybedenleri (örneğin, yerel işçi sınıfları, küçük ölçekli üreticiler) olduğunu vurguluyor. Küreselleşme, ekonomik büyümeyi artırsa da, eşitsizlikleri derinleştirdi ve demokratik kurumları zayıflattı.

3. Küreselleşmenin Sorunları

Rodrik, küreselleşmenin faydalarını (ticaretin artması, teknolojik ilerleme, ekonomik büyüme) kabul etmekle birlikte, bu sürecin ciddi sorunlar yarattığını savunuyor:

  • Eşitsizlik: Küreselleşme, bazı ülkelerde ve sosyal gruplarda refahı artırırken, diğerlerini (özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki vasıfsız işçileri) geride bırakıyor.
  • Demokratik gerileme: Uluslararası ticaret anlaşmaları ve kurumlar (örneğin, Dünya Ticaret Örgütü), ulusal hükümetlerin politikalarını kısıtlayarak demokratik hesap verebilirliği azaltıyor.
  • Kültürel ve sosyal gerilimler: Küreselleşme, yerel kültürleri ve sosyal normları tehdit ederek popülist ve milliyetçi tepkilere yol açıyor.
  • Finansal istikrarsızlık: Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, finansal krizleri (örneğin, 1997 Asya Krizi veya 2008 Küresel Finans Krizi) tetikleyebiliyor.

Rodrik, özellikle finansal küreselleşmenin, ekonomik istikrarsızlığı artırdığını ve ulusal hükümetlerin krizlere müdahale etme kapasitesini azalttığını vurguluyor.

4. Küreselleşme için Alternatif Bir Yaklaşım

Rodrik, hiperküreselleşmenin yerine daha dengeli bir yaklaşım öneriyor. Bu yaklaşım, ulusal egemenlik ve demokrasiyi korurken küreselleşmenin faydalarını sürdürmeyi amaçlıyor. Önerileri arasında şunlar yer alıyor:

  • Ulusal politikaların önceliği: Ülkeler, kendi sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına uygun politikalar geliştirmekte özgür olmalı. Örneğin, gelişmekte olan ülkeler, sanayi politikaları veya sermaye kontrolleri gibi araçlarla ekonomilerini koruyabilir.
  • Küresel yönetişimde reform: Uluslararası kurumlar (IMF, Dünya Bankası, DTÖ), demokratik hesap verebilirliği artıracak şekilde yeniden yapılandırılmalı. Bu kurumlar, ulus-devletlerin çıkarlarını daha fazla dikkate almalı.
  • Bretton Woods tarzı bir uzlaşma: Rodrik, 1944’te kurulan Bretton Woods sisteminin, küreselleşme ile ulusal egemenlik arasında bir denge sağladığını ve bu modelin modernize edilerek yeniden uygulanabileceğini savunuyor.
  • Sosyal güvenlik ağlarının güçlendirilmesi: Küreselleşmenin olumsuz etkilerini hafifletmek için, hükümetler sosyal refah programlarını ve işçi koruma mekanizmalarını güçlendirmeli.

5. Demokrasinin Önemi

Rodrik, demokrasinin ekonomik sistemin meşruiyeti için kritik olduğunu vurguluyor. Küreselleşmenin, halkın iradesine aykırı bir şekilde dayatılması, popülist ve otoriter hareketlerin yükselişine yol açabilir. Bu nedenle, ekonomik politikaların demokratik süreçlerle şekillendirilmesi gerektiğini savunuyor. Rodrik, ulusal hükümetlerin kendi vatandaşlarının ihtiyaçlarına göre hareket etme yetkisine sahip olması gerektiğini, aksi takdirde küreselleşmenin toplumsal desteği kaybedeceğini belirtiyor.

6. Pratik Örnekler ve Vaka Çalışmaları

Kitapta, Çin, Güney Kore ve Hindistan gibi ülkelerin kalkınma süreçleri örnek olarak ele alınıyor. Bu ülkeler, küreselleşmeye katılırken kendi sanayi politikalarını ve ekonomik stratejilerini uygulayarak başarı elde ettiler. Rodrik, bu örneklerin, hiperküreselleşmenin tek yol olmadığını gösterdiğini savunuyor. Ayrıca, Avrupa Birliği’nin karşılaştığı zorluklar (örneğin, Yunanistan borç krizi) ve serbest ticaret anlaşmalarının (örneğin, NAFTA) yerel ekonomiler üzerindeki etkileri de inceleniyor.

7. Sonuç: Daha Dengeli Bir Küreselleşme

Rodrik, küreselleşmenin tamamen reddedilmesini değil, yeniden dengelenmesini öneriyor. Ona göre, küreselleşme, ulus-devletlerin kendi ekonomik ve sosyal önceliklerini koruma hakkını destekleyecek şekilde tasarlanmalı. Kitap, hiperküreselleşmenin dayattığı tek tip ekonomik modelin yerine, çeşitliliğe ve ulusal farklılıklara saygı duyan bir küresel ekonomi vizyonu sunuyor. Rodrik, bu yaklaşımın hem ekonomik büyümeyi hem de demokratik meşruiyeti sürdürebileceğini savunuyor.

Kitabın Temel Mesajları

  • Küreselleşme, demokrasi ve ulusal egemenlik arasında bir seçim yapmak zorundayız; üçü birden tam olarak sağlanamaz.
  • Hiperküreselleşme, eşitsizlik ve demokratik gerileme gibi sorunlara yol açabilir.
  • Ülkeler, kendi ihtiyaçlarına uygun ekonomik politikalar geliştirme özgürlüğüne sahip olmalı.
  • Daha adil ve sürdürülebilir bir küresel ekonomi için, uluslararası kurumlar ve politikalar demokratik ilkelere dayandırılmalı.

Kitabın Önemi

The Globalization Paradox, küreselleşmenin hem savunucuları hem de eleştirmenleri için önemli bir kaynak. Rodrik, neoliberalizmin körü körüne savunulmasına karşı çıkarken, küreselleşmenin tamamen reddedilmesini de eleştiriyor. Kitap, özellikle 2008 finansal krizinden sonra ve popülist hareketlerin yükseldiği bir dönemde, küresel ekonominin geleceği hakkında derin bir tartışma sunuyor. Akademisyenler, politika yapıcılar ve küreselleşmenin toplumsal etkileriyle ilgilenenler için rehber niteliğinde bir eser.


Hiç yorum yok: