Hans von Aiberg, 1990’ların Türkiye’sinde ortaya çıkan ve dönemin medyasını, entelektüel çevrelerini ve hatta devlet kurumlarını manipüle ederek ülke gündemine oturan sahte bir kimliktir.
Gerçek adı Hasan Bülent Ayberk olan bu kişi, Malatyalı bir ozalitçi olmasına rağmen, kendisini Danimarka’ya bağlı Faroe Adaları doğumlu bir Alman fizik profesörü olarak tanıtmıştır.
Saçlarını oksijenle sarartarak oluşturduğu “yabancı” imajı, etkileyici bir biyografi kurgusu ve bilimle mistisizmi harmanlayan söylemleriyle, bir dönem Türkiye’nin televizyon ekranlarında, gazetelerinde ve hatta resmi makamlarda kendine yer bulmayı başarmıştır.
Hans von Aiberg vakası, yalnızca bir dolandırıcılık hikâyesi değil, aynı zamanda bir toplumun sahte kimliklere ve karizmatik maskelere olan zaafını gözler önüne seren sosyolojik bir fenomendir.
Aşağıda, bu ilginç vakanın ayrıntıları, Aiberg’in nasıl bu kadar etkili olduğu, toplum üzerindeki etkisi ve bu olayın bize öğrettiklerini detaylı bir şekilde görmek öğretici olacaktır.
Hans von Aiberg Kimdi?
Hans von Aiberg, gerçekte Malatya doğumlu Hasan Bülent Ayberk’ti. İstanbul’da bir ozalitçide çalışan Ayberk, 1970’li yıllarda Türkiye’ye geldiğini iddia ettiği bir “yabancı” kimliği inşa etti.
Kendi anlattığına göre, Almanya’da bir üniversitenin fizik kürsüsü başkanıydı, Avrupa’nın birçok prestijli üniversitesinde ders vermiş, NASA gibi kurumlarla çalışmış ve bilim dünyasında tanınmış bir figürdü.
Ayrıca 1970’lerde Türkiye’de ağır bir trafik kazası geçirdiğini, bu kazadan sonra bir Türk kadınının kendisine baktığını ve bu süreçte Müslüman olduğunu öne sürüyordu. Bu hikâye, hem duygusal hem de egzotik unsurlarıyla dönemin toplumunun ilgisini çekecek şekilde ustalıkla kurgulanmıştı.
Ancak gerçekte Ayberk’in ne bir Alman kökeni vardı, ne de bilim insanıydı. Sahte kimliğini desteklemek için saçlarını sarıya boyadı ve aksan taklit ederek “yabancı” bir imaj yarattı.
Bu imaj, 1990’ların Türkiye’sinde, özellikle Batı’dan gelen figürlere duyulan hayranlık ve güvenle birleştiğinde, onun inanılırlığını artırdı.
Aiberg’in hikâyesi, sadece bir bireyin yalanı değil, aynı zamanda bir dönemin kültürel ve sosyal dinamiklerinin bir yansımasıydı.
Medyada ve Toplumdaki Yükselişi
Hans von Aiberg’in popülerliği, 1990’ların medyasında kendine yer bulmasıyla zirveye ulaştı. Televizyon programlarına konuk oldu, gazete köşelerinde yazılar yazdı ve hatta medyumluk iddiasında bulunarak bilimle mistisizmi birleştiren bir söylem geliştirdi. En dikkat çekici anlardan biri, 1997 yılında ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk’ün Flash TV’de sunduğu Işığa Çağrı programına katılmasıydı. Bu programda, kimliği sorgulanmaya başlayınca Aiberg, kendisine “ispat için 50 saat süre” verilmesini istedi. Ancak bu süre içinde kayıplara karıştı ve bir daha programda görünmedi. Bu olay, onun sahte kimliğinin çöküşünün başlangıcı oldu.
Aiberg’in medyadaki varlığı, yalnızca televizyonla sınırlı kalmadı. Gazetelerde köşe yazarlığı yaptı, bilimsel ve mistik içerikli yazılar kaleme aldı. Kendisini uzaydan geldiğini iddia edecek kadar ileri götürdü ve bu absürt iddialar bile bir süre ciddiye alındı. Onun bu kadar etkili olmasının ardında, dönemin medyasının ve toplumunun “parlak” görünen figürlere sorgusuz sualsiz inanma eğilimi yatıyordu.
Devletin de Kandırılması: Kültür Bakanlığı Danışmanlığı
Hans von Aiberg’in en çarpıcı başarılarından biri, devlet kurumlarını bile kandırmasıydı. 1990’larda, dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, Aiberg’i “bilimsel danışman” olarak görevlendirdi. Aiberg, bu pozisyonda yıllarca “danışmanlık” yaptı ve resmi makamlarda ciddiye alındı. Ancak gerçek kimliği ortaya çıktığında, bu görevine son verildi. Bu olay, devlet kurumlarının denetim mekanizmalarındaki zafiyetleri ve sahte kimliklere karşı ne kadar savunmasız olabileceğini gözler önüne serdi.
Neden Bu Kadar Başarılı Oldu?
Hans von Aiberg’in hikâyesi, bir dolandırıcılık vakasından çok daha fazlasını anlatır. Onun başarısı, dönemin sosyal ve kültürel dinamikleriyle yakından ilişkilidir. Aşağıda, Aiberg’in bu kadar etkili olmasının ana nedenlerini sıralıyorum:
- Batı Hayranlığı ve “Yabancı” İmajının Cazibesi: 1990’ların Türkiye’sinde, Batı’dan gelen bir figürün otomatik olarak güvenilir ve bilgili kabul edilmesi yaygındı. Sarı saçları, aksanı ve “Avrupalı” kimliğiyle Aiberg, bu algıyı ustalıkla kullandı.
- Bilim ve Mistisizm Karışımı: Aiberg, bilimsel jargonla mistik söylemleri harmanlayarak geniş bir kitleye hitap etti. Bilimsel terimler kullanarak entelektüel bir hava yaratırken, medyumluk ve uzaylı iddialarıyla popüler ilgiyi çekti.
- Toplumun Bilgi Sorgulama Eksikliği: Dönemin medyası ve toplumu, Aiberg’in iddialarını yeterince sorgulamadı. Sahte özgeçmişler, uydurma hikâyeler ve karizmatik bir imaj, gerçeklerin önüne geçti.
- Medyanın Rolü: 1990’ların medyası, reyting kaygısıyla Aiberg gibi renkli figürlere kucak açtı. Onun hikâyesi, sansasyonel olduğu için televizyon programlarına ve gazetelere kolayca sızdı.
- Sistemdeki Denetim Zafiyetleri: Aiberg’in Kültür Bakanlığı’nda danışmanlık yapabilmesi, devlet kurumlarının sahte kimliklere karşı denetim mekanizmalarının zayıflığını gösterdi.
Hans von Aiberg’in Mirası: Bir Sosyolojik Ayna
Hans von Aiberg vakası, yalnızca bir dolandırıcılık hikâyesi değil, aynı zamanda bir toplumun zaaflarını ve sistemin açıklarını ortaya koyan bir aynadır. Aiberg, insanların bilmeden anlamış gibi görünme arzusunu, yani “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma” eğilimini ustalıkla manipüle etti. Onun hikâyesi, sahte kimliklerin ve kurguların, yeterince karizmatik ve inandırıcı sunulduğunda nasıl geniş kitleleri etkileyebileceğini gösteriyor.
Bu vaka, günümüzde de geçerli olan önemli dersler sunuyor. Bugün sosyal medya platformlarında, özellikle LinkedIn gibi profesyonel ağlarda, sahte özgeçmişlerle, uydurma başarı hikâyeleriyle veya duygusal manipülasyonlarla kendilerini “vizyoner”, “danışman” ya da “uzman” olarak tanıtan pek çok “modern Aiberg” bulunuyor. Hans von Aiberg’in hikâyesi, bilgiyi sorgulamadan kabul etmenin tehlikelerini ve denetim mekanizmalarının önemini hatırlatıyor.
Günümüzle Bağlantısı: Her Dönemin Aiberg’leri
Hans von Aiberg’in hikâyesi, 1990’ların teknolojik ve sosyal koşullarında ortaya çıkmış olsa da, günümüzde de benzer figürlerin varlığını sürdürebileceğini gösteriyor. Sosyal medya çağında, sahte kimlikler ve kurgusal başarı hikâyeleri daha hızlı yayılabiliyor. Influencer’lar, sahte istatistiklerle veya uydurma öykülerle kitleleri etkileyebiliyor. Aiberg’in hikâyesi, bize şu temel soruyu sorduruyor: Birinin söylediklerini ne kadar sorguluyoruz? Karizmatik bir maskenin ardında kim olduğunu anlamadan alkış tutuyor muyuz?
Sonuç
Hans von Aiberg, yani Hasan Bülent Ayberk, Türkiye tarihinin en büyük trollerinden biri olarak hatırlanır. Onun hikâyesi, bir dolandırıcının ötesinde, bir toplumun ve sistemin zaaflarını gözler önüne seren bir uyarıdır. 1990’larda medyayı, entelektüel çevreleri ve hatta devlet kurumlarını kandırmayı başaran bu sahte kimlik, bilgiyi sorgulamadan kabul etmenin ve denetim eksikliğinin ne kadar tehlikeli olabileceğini gösteriyor. Bugün, Aiberg’in mirası, sosyal medyada ve profesyonel dünyada karşımıza çıkan sahte “uzman”larla devam ediyor. Bu nedenle, onun hikâyesi bize şunu öğretiyor: Parlak görünen her maskenin ardını sorgulamalıyız, çünkü gerçek, çoğu zaman göründüğünden çok farklıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder