"Zorluk, öznenin, belirli sayıda işaretleyicinin (signifier) birleşimiyle, tıpkı 1'e 1 oranıyla tanımlanabilecek bir şey olduğu düşüncesine varmamızla başlar."
— Jacques Lacan, XVI, From an Other to the other, sayfa 124
Jacques Lacan’ın bu ifadesi, öznenin (subject) dil ve işaretler sistemi içerisindeki konumunu sorgulayan derin bir düşünceyi yansıtır.
Lacan, öznenin basitçe belirli sayıda işaretleyenin (signifier) kombinasyonu üzerinden tanımlanamayacağını, yani öznenin 1'e 1 oranında bir eşleşme ile çerçevelenemeyeceğini öne sürer.
Aşağıda bu düşüncenin çeşitli boyutlarına dair ayrıntılı bir analiz sunulmaktadır.
1. Öznenin Dil İle İlişkisi
Lacan, Freud’dan esinlenerek, öznenin bilinçdışı süreçleri ve dil arasındaki ilişkiyi yeniden yorumlar.
Ona göre, özne tamamen dilsel yapıların, sembolik düzenin ve işaretleyici ağların ürünüdür.
Ancak bu durum, öznenin dilin toplamına indirgenebileceği anlamına gelmez. Öznenin karmaşıklığı, dilin kendisinden bağımsız, asılsız ya da tam anlamıyla yakalanamayan bir boyut içerir.
- Dil ve Özne: Dil, öznenin varoluşunu belirleyen ama aynı zamanda onu aşan, sürekli eksik kalan bir yapıdır. Öznenin kimliği, dilin sürekli eksikliği ve daima ertelenen anlam arayışının ötesinde kalan, sabitlenemeyen bir "gerçeklik" barındırır.
2. İşaretleyiciler ve 1'e 1 Oranı Problemi
Lacanın ifade ettiği “1'e 1 oranı” kavramı, işaretleyici sistemde her bir işaretin belirli, sabit ve tam bir anlam taşıyabileceği inancını sorgular.
- İşaret ve Anlam İlişkisi: Geleneksel dil kuramlarında işaretin (signifier) doğrudan ve net bir şekilde işaret ettiği (signified) anlam olduğu varsayımı hakimdir. Ancak Lacan, bu ilişkiyi lineer ve sabit bir model olarak görmek yerine, dilin yapısının kesintili, parçalı ve çoğul anlamlara açık olduğunu ileri sürer.
- Özne Üzerinde Etkisi: Eğer özne sadece belirli sayıda işaretleyenin toplamı olarak tanımlanabilseydi, onun kimliği de sabit, sınırlandırılmış ve tamamen belirlenebilir olurdu. Lacan’a göre, özne bu şekilde tamamen kavranamaz; çünkü özne, işaretleyici dizilerin dışında kalan, sürekli olarak kayıp, eksiklik ve belirsizlik içeren bir yapıdır.
3. Öznenin Bölünmüşlüğü ve Eksiklik Duygusu
Lacan’ın teorisinde özne, tam ve bütün bir varlık olarak değil, daima bir eksiklik ve bölünmüşlük hali içerisinde düşünülür.
- Eksiklik ve Arayış: Öznenin dil aracılığıyla kendini ifade etmeye çalışması, aslında tamamlanmamışlığının, eksikliğinin ve sürekli arayışının bir yansımasıdır. Dil, bu eksikliği gizleyemeyeceği gibi, aynı zamanda bu eksikliğin sürekli olarak hatırlatıldığı bir arenadır.
- Çerçevelenememe Durumu: Öznenin belirli işaretleyicilerden oluşan sabit bir bütün olarak tanımlanmasının imkansızlığı, öznenin sürekli olarak eksiklik içinde, tamamlanmamışlık halinde olduğunu gösterir. Bu da Lacan’ın “öznelliğin bölünmüşlüğü” olarak yorumlanabilir.
4. Sembolik Düzen ve Gerçeklik
Lacan, sembolik düzenin (symbolic order) öznenin yapılandırılmasında kritik bir rol oynadığını söyler. Ancak sembolik düzen, özneyi tam anlamıyla ifade edemez.
- Sembolik Düzenin Sınırları: Sembolik düzen, toplumun, kültürün, dilin ve normların toplamıdır. Bu düzen içerisinde özne, kendini sürekli olarak yeniden inşa eder. Ancak bu inşa süreci, öznenin özündeki “gerçek” kısmı –dilin ötesindeki, doğrudan deneyimlenemeyen – ile tam bir uyum yakalayamaz.
- Gerçek ve Simge Arasındaki Uçurum: Öznenin dil ile kurduğu ilişki, bir yandan onun kimliğini inşa ederken, diğer yandan dilin doğası gereği her zaman tamamlanmamış ve yetersiz kalır. Bu durum, öznenin hem sembolik düzene bağımlı hem de aynı zamanda ondan ayrı, ulaşılamaz bir “gerçekliğe” sahip olduğunu ima eder.
5. Lacan’ın Teorik Katkısının Önemi
Lacan’ın bu ifadesi, modern düşüncede özne kavramının yeniden değerlendirilmesine katkıda bulunmuştur. Öznenin, dilsel işaretleyicilerle tam olarak çerçevelenemeyeceği anlayışı, post-yapısalcı ve postmodern düşüncenin de temelini oluşturur.
- Eleştirel Bir Bakış: Öznenin sabit ve kesintisiz bir varlık olmadığını, aksine sürekli olarak yapılandırılan ve aynı zamanda yapılamayan bir şey olduğunu iddia etmesi, kimlik, anlam ve gerçeklik üzerine yapılan tartışmalara derinlik kazandırır.
- Felsefi ve Psikanalitik Yansımalar: Bu düşünce, sadece dil felsefesi için değil, aynı zamanda psikanaliz, edebiyat teorisi ve kültürel çalışmalar gibi alanlar için de yeni bakış açıları ortaya koyar. Öznenin parçalanmışlığı ve eksikliği, bireyin içsel çatışmaları, bilinçdışı süreçleri ve toplumsal yapı ile olan ilişkisi bağlamında yeniden yorumlanır.
Sonuç
Lacan’ın “Zorluk başlar...” ifadesi, öznenin dilsel yapıların toplamı olarak tam anlamıyla tanımlanamayacağını ortaya koyar. Öznenin, dilin sunduğu sabit işaretleyicilerle çerçevelenemeyecek kadar karmaşık, bölünmüş ve sürekli eksiklik barındıran bir yapıya sahip olduğu vurgulanır. Bu düşünce, özne ve anlam ilişkisine dair geleneksel yaklaşımları sorgular ve modern felsefe ile psikanaliz alanlarında derin etkiler yaratır. Öznenin kendine has, daima kayıp ve tamamlanamayan bir yönünün varlığı, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yeni tartışmalara zemin hazırlar.
Lacan’ın vurgulamak istediği nokta, öznenin (subject) sabit ve belirli işaretleyicilerden oluşan bir bütün olarak tam anlamıyla tanımlanamayacağıdır. Öznenin tanımı, işaretleyicilerin basit bir topluluğuyla sınırlı değildir; dolayısıyla her işaretleyicinin birebir eşleştiği sabit bir oran söz konusu değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder