2025-03-20

Biz, dilediğimiz ben'dir, bir başkası olarak ben'dir.

Benlik, Seçim ve Başkası Olarak Var Olmak Üzerine

"Biz, dilediğimiz ben'dir, bir başkası olarak ben'dir." ifadesi, benlik, kimlik ve bireysel varoluş üzerine derin felsefi anlamlar barındırıyor. 

Bu ifade, insanın kendi benliğini yaratma sürecini, başkalarıyla olan ilişkisini ve çok yönlü kimlik yapısını sorgulamamıza imkân tanır. 

Benlik dediğimiz şey, tamamen bizim kontrolümüzde mi, yoksa çevresel faktörler ve başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler tarafından mı şekillendirilir? Bu yazıda, bireyin benlik algısı, kimliğin inşası ve toplumsal dinamikler içinde nasıl bir "başkası" olarak var olduğu üzerine düşüncelerimizi genişleteceğiz.


Benliğin Seçimi ve Özgürlüğü

İnsan, doğuştan belirli özelliklerle dünyaya gelir; ancak bu, onun benliğinin tamamını oluşturmaz. 

Toplumsal normlar, aile, eğitim, kültür ve kişisel deneyimler, kişinin benlik gelişiminde önemli rol oynar. 

Ancak bireyin özgürlüğü, kendisini bu etkenlerin ötesinde nasıl tanımladığıyla da ilgilidir.

"Biz, dilediğimiz ben'dir" ifadesi, bireyin kendi benliğini yaratma özgürlüğüne işaret eder. İnsan, sadece genetik veya toplumsal koşullarla şekillenmez; aksine, kendisini nasıl tanımladığı ve nasıl bir benlik inşa etmek istediği konusunda söz sahibidir. Sartre’ın varoluşçuluğunda geçen "Varoluş özden önce gelir" düşüncesine benzer şekilde, insanın özünü kendi seçimleriyle inşa ettiği fikri burada da kendini gösterir.

Fakat bu seçim tamamen özgür müdür? Bu noktada, bireyin "dilediği ben" olabilme sürecinde toplumsal ve psikolojik sınırların etkisini göz ardı etmemek gerekir. Bir birey, içsel arzularına göre bir kimlik belirlemek istese de, yaşadığı toplumun kuralları, kültürel yapısı ve çevresindeki insanların beklentileri bu seçim sürecini belirli sınırlar içine alabilir.


Benliğin Çoğulluğu: Bir Başkası Olarak Var Olmak

"Bir başkası olarak ben'dir" ifadesi, bireyin yalnızca kendi iç dünyasında var olan bir özne olmadığı, aynı zamanda başkalarıyla olan ilişkilerinde farklı yansımalar kazandığı gerçeğini vurgular. İnsan, kendi benliğini inşa ederken, kaçınılmaz olarak çevresiyle etkileşim içindedir. Başkalarının bizi nasıl gördüğü, kimliğimizin önemli bir parçası haline gelir.

Bu noktada, ünlü filozof Jean-Paul Sartre’ın "Cehennem başkalarıdır" ifadesini hatırlamak yerinde olacaktır. Sartre, bireyin kimliğinin, başkalarının onu nasıl gördüğüyle sıkı sıkıya bağlı olduğunu öne sürer. Bir kişi, kendi içsel benliğini tanımlasa bile, başkalarının ona biçtiği kimlik, onun toplumsal varlığını şekillendirir. Bir kişinin, aile içinde, iş yerinde veya arkadaş çevresinde farklı kimlikler sergilemesi de bu gerçeği destekler.

Örneğin, bir kişi özel hayatında duygusal ve hassas bir birey olabilirken, iş hayatında otoriter ve disiplinli bir kimlik sergileyebilir. Toplum içinde her birey, farklı roller üstlenir ve bu roller, onun kimliğinin farklı yönlerini açığa çıkarır. Dolayısıyla, birey hem kendi seçtiği kimlikle hem de başkalarının ona yüklediği kimliklerle var olur.


Kimlik: Sabit mi, Değişken mi?

Geleneksel düşüncede kimlik, sabit ve değişmez bir şey olarak görülürdü. Ancak modern psikoloji ve felsefe, kimliğin zamanla değişebileceğini ve bireyin kendisini yeniden inşa edebileceğini öne sürer.

İnsan hayatı boyunca farklı deneyimler yaşar, farklı kişilerle tanışır ve zamanla yeni değerler benimseyebilir. Bu süreç, bireyin kimliğinde değişimlere yol açabilir. Örneğin, gençliğinde özgürlüğüne düşkün bir birey, ilerleyen yaşlarında daha düzenli ve sorumluluk sahibi bir hayatı benimseyebilir.

Bu bağlamda, "Biz, dilediğimiz ben'dir" ifadesi, bireyin kendi kimliğini zaman içinde değiştirme ve yeniden inşa etme gücüne de işaret eder. Kimlik, yalnızca doğuştan gelen özelliklerimizle değil, seçimlerimiz ve yaşadığımız deneyimlerle de şekillenir.


Sonuç: Kimiz ve Kim Olabiliriz?

Bu ifadeyi bir bütün olarak ele aldığımızda, insanın hem kendisi hem de başkaları aracılığıyla var olduğunu söyleyebiliriz. Kimlik, ne tamamen bireysel bir seçimdir ne de tamamen toplumsal dayatmaların ürünüdür. İnsan, özgür iradesiyle kendini şekillendirirken, aynı zamanda içinde bulunduğu toplumun dinamiklerinden etkilenir.

Kimi zaman kendimizi tamamen özgür hissedebilir, dilediğimiz gibi bir benlik yaratabileceğimizi düşünebiliriz. Ancak gerçekte, benliğimiz her zaman başkalarıyla etkileşim içinde şekillenir. Biz, hem kendi seçimlerimizin hem de sosyal çevremizin bir ürünüyüz.

Sonuç olarak, kimlik sabit değil, sürekli evrilen ve dönüşen bir yapıdır. İnsan, hem kendi içinde dilediği ben olabilir hem de başkalarının gözünde farklı bir benlik kazanır. Bu dinamik süreç, insanın varoluşunu anlamlandırmasında önemli bir rol oynar.

Öyleyse soru şu: Dilediğimiz ben olmak için ne kadar özgürüz ve ne kadar başkalarının şekillendirdiği bir benlik içinde yaşıyoruz?

Hiç yorum yok: