2025-03-25

Michael Keevak'ın Asyalılar Nasıl Sarardı? Irksal Düşüncenin Kısa Tarihi

Michael Keevak'ın Asyalılar Nasıl Sarardı? Irksal Düşüncenin Kısa Tarihi adlı kitabı

Michael Keevak’ın Asyalılar Nasıl Sarardı? Irksal Düşüncenin Kısa Tarihi adlı kitabı, Doğu Asyalıların (özellikle Çinliler ve Japonlar) Batı imgeleminde nasıl ve neden “sarı” olarak tanımlanmaya başladığını inceleyen bir çalışmadır. Kitap, ırksal düşüncenin tarihsel gelişimini ele alarak, bu sürecin 18. ve 19. yüzyıl Batı bilimindeki taksonomik ve antropolojik yaklaşımlarla nasıl şekillendiğini ortaya koyuyor. Keevak, sarı rengin bir ırk kategorisi olarak seçilmesinin kökenlerini, bu kavramın bilimsel söylemlerle nasıl meşrulaştırıldığını ve zamanla Doğu Asya halkları üzerinde nasıl bir stereotip haline geldiğini ayrıntılı bir şekilde analiz ediyor.

Giriş: Beyazlığın Sonu ve Sarılığın İcadı
Keevak, araştırmasına Doğu Asyalıların Batı’daki ilk tanımlamalarının “beyaz” olarak yapıldığını belirterek başlıyor. Marco Polo ve 13. yüzyıl misyonerlerinin yazılarından itibaren, Çinliler ve Japonlar genellikle beyaz tenli olarak tasvir edilmişti. Ancak 18. yüzyılın sonlarına doğru, bu algı değişti ve Doğu Asyalılar “sarı” bir ırk olarak kategorize edildi. Yazar, bu değişimin kökenini seyahat anlatılarından veya misyoner metinlerinden değil, modern Batı biliminden, özellikle ırk taksonomilerinden kaynaklandığını savunuyor. Kitap, “sarı” kavramının nasıl bir ırksal adlandırma haline geldiğini ve bu sürecin “Moğol” terimiyle nasıl bağlantılı olduğunu araştırıyor. Keevak, ırk çalışmalarında siyah-beyaz karşıtlığına odaklanan dengesizliği telafi etmeyi amaçladığını da vurguluyor.

Bölüm 1: Taksonomik Değişim ve Sarının Ortaya Çıkışı
18. yüzyıl, insan topluluklarının renklerle sınıflandırıldığı bir dönemdi. François Bernier (1684), Carl Linnaeus (1735) ve Johann Friedrich Blumenbach (1795) gibi bilim insanları, insan ırklarını tanımlamak için renk temelli taksonomiler geliştirdi. Ancak Keevak, bu anlatının basitleştirilmiş olduğunu belirtiyor:

- Bernier, Doğu Asyalıları değil, Hintli kadınları “sarı” olarak tanımlamıştı; Doğu Asyalıları ise “gerçek beyaz” (véritablement blanc) olarak görüyordu.
- Linnaeus, *Systema Naturae* adlı eserinde Homo asiaticus’u önce “koyu” (fuscus), sonra “soluk sarı” (luridus) olarak nitelendirdi, ancak bu tanım tüm Asya’yı kapsıyordu.
- Blumenbach ise Doğu Asyalıları açıkça “sarı” (gilvus) olarak sınıflandırdı ve bu grubu “Moğol” ırkı olarak adlandırdı.

Keevak, sarı rengin seçiminin, beyaz ve siyah arasında bir ara ton olmasından çok, “Moğol” kavramıyla ilişkilendirilen egzotik ve tehditkâr algılarla bağlantılı olduğunu öne sürüyor. Hunlar, Cengiz Han ve Timurlenk gibi tarihsel figürler, bu “sarı Moğolluk” imgesini pekiştirdi.

Bölüm 2: Antropolojinin Rolü
19. yüzyılda antropoloji, fiziksel farklılıkları ölçme ve sınıflandırma takıntısıyla sarı ırk kavramını sağlamlaştırdı. Blumenbach’ın kafatası ölçümleri, “Kafkasyan” idealiyle “Moğol” kafataslarını karşılaştırarak hiyerarşik bir düzen kurdu. Paul Broca gibi bilim insanları, ten rengini ölçmek için renk çizelgeleri, cam tabletler ve dönen topaçlar gibi araçlar geliştirdi. Ancak bu yöntemler, önceden var olan ırksal stereotipleri doğrulayacak şekilde tasarlanmıştı. Örneğin, topaçlarda beyaz, siyah, kırmızı ve sarı diskler kullanıldı; bu, insanlığın dört ırka ayrıldığı varsayımını yansıtıyordu. Keevak, bu araçların subjektif olduğunu ve Doğu Asyalıların teninin “sarı” çıkmasının tesadüf olmadığını savunuyor.

Bölüm 3: Tıbbi Söylemler ve Moğolluk
19. yüzyıl tıbbı, “Moğol” bedenine odaklanarak sarı ırk kavramını daha da derinleştirdi. “Moğol gözü” (epikantik kıvrım), “Moğol lekesi” (doğum lekesi) ve “Mongolizm” (Down sendromu) gibi özellikler, Doğu Asyalıları beyaz standartlardan ayırmak için kullanıldı:
- Moğol lekesi, beyazlarda görülmeyen bir özellik olarak “ilkel” bir işaret sayıldı.
- Moğol gözü ve Mongolizm, beyazlarda yalnızca çocuklukta veya hastalıkta görülen “geri” özellikler olarak yorumlandı.

Bu özellikler, evrim teorileriyle birleştirilerek Doğu Asyalıların “daha az gelişmiş” bir ırk olduğu iddiasını destekledi. Keevak, bu tıbbi söylemlerin, Doğu Asya’yı durağan ve tehditkâr bir bölge olarak gören eski klişeleri güçlendirdiğini belirtiyor.

Bölüm 4: Sarı Tehlike ve Emperyal Korkular
19. yüzyılın sonlarında, Doğu Asyalıların “sarı” olarak kodlanması, “sarı tehlike” kavramıyla politik bir boyut kazandı. Kaiser II. Wilhelm’in 1895’te bu terimi türetmesiyle, Japonya’nın Çin-Japonya Savaşı’ndaki zaferi ve Rusya’yı yenmesi, Batı’da korkuya yol açtı. Japonya’nın sömürgeci yükselişi, beyaz hâkimiyetin sona erebileceği endişesini tetikledi. Keevak, bu dönemde sarı rengin hem bir ırk hem de bir tehlike sembolü olarak kristalleştiğini vurguluyor. Göç dalgaları, özellikle ABD’de Çinlilere ve Japonlara karşı ayrımcı yasaları (örneğin, 1882 Çinlilerin İhraç Edilmesi Yasası) beraberinde getirdi.

Bölüm 5: Doğu Asya’da Sarının Alımlanması
Batı’nın sarı ırk paradigması, Çin ve Japonya’da farklı tepkilerle karşılandı:

Çin: Sarı, imparatorluk ve Sarı Nehir gibi kültürel sembollerle zaten önemliydi. Çinliler, “Sarı İmparator’un Oğulları” gibi ifadelerle bu rengi olumlu bir kimlik olarak benimseyebildi. Ancak “Moğol” terimi, barbarlıkla ilişkilendirildiği için reddedildi.

Japonya: Japonlar, sarı ırk fikrine direndi ve kendilerini Çin’den ayırarak beyaz ırka yakın görmeyi tercih etti. Meiji dönemi entelektüelleri, Japonya’nın “sarı” olmadığını, medeniyet seviyesinin onları Batı’ya eşitlediğini savundu.

20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, her iki toplum da Batı’nın ırksal çerçevelerini kısmen içselleştirmişti, ancak bunu kendi bağlamlarına uyarladılar.

Sonuç: Sarının İstikrarı ve Eleştirisi
Keevak, 1920’ler ve 1930’lardan itibaren sarı ırk kavramının Batı’da tamamen kabul gördüğünü ve antropolojik metinlerde (örneğin, UNESCO’nun 1950’ler raporları) hâlâ kullanıldığını gösteriyor. Ancak yazar, sarının nötr bir renk olmadığını, tarihsel olarak yüklenmiş bir stereotip olduğunu savunuyor. Cengiz Han veya Attila gibi figürlerin “sarı tehlike” ile ilişkilendirilmesi, 19. yüzyıl öncesi kaynaklarda yer almıyordu; bu, modern ırkçılığın bir icadıydı. Keevak, Doğu Asyalıların teninde “sarı” görmediğini belirterek, bu kavramın bilimsel ve kültürel bir kurgu olduğunu vurguluyor.

Kitabın Amacı ve Katkısı
Kitap, ırksal düşüncenin tarihsel olarak nasıl inşa edildiğini ve sarı rengin Doğu Asyalılarla neden özdeşleştirildiğini sorguluyor. Keevak, bu sürecin 18. ve 19. yüzyıl Batı bilimindeki ırkçı paradigmalardan kaynaklandığını göstererek, günümüzdeki önyargıların kökenine ışık tutuyor. Çalışma, ırk kavramının biyolojik değil, sosyal ve tarihsel bir kurgu olduğunu ortaya koyuyor.


Hiç yorum yok: