2025-10-06

Engellenmiş özne

"Bu engellenmiş özne, asla bir partner aracılığıyla bir şeyle uğraşmaz, yalnızca çubuğun diğer tarafına yazılmış olan nesne a ile ilgilenir. Cinsel partnerine, yani Öteki’ne, ancak bu partner onun arzusunun nedeni olduğu ölçüde ulaşabilir."

Jacques Lacan, Encore, Seminer XX

Jacques Lacan’ın Encore (Seminer XX) adlı eserinde ortaya koyduğu bu alıntı, Lacancı psikanalizdeki temel kavramlardan bazılarını –özne, nesne a, Öteki ve arzu– merkeze alarak, insan arzusunun karmaşık yapısını ve cinselliğin psikanalitik boyutlarını anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Bu metin, Lacancı teorinin öznesinin, arzusunun nesnesiyle ilişkisinin doğasını ve bu ilişkinin imkânsızlıklarla nasıl şekillendiğini derinlemesine ele alır. Aşağıda, bu alıntının bağlamını, Lacancı kavramları ve alıntının felsefi ile psikanalitik sonuçlarını ayrıntılı bir şekilde açıklayan bir yazı sunulmaktadır.

Lacancı Psikanalizde Özne ve Engellenmişlik

Lacancı psikanalizde özne, modern felsefenin (örneğin, Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” anlayışındaki) özerk ve kendi kendine yeterli birey kavramından farklıdır. Lacan için özne, her zaman bölünmüş bir öznedir (sujet barré, $). Bu bölünme, öznenin bilinçdışı tarafından kesintiye uğraması ve kendi bütünlüğüne asla tam anlamıyla ulaşamaması anlamına gelir. Alıntıda geçen “engellenmiş özne” (barred subject), bu bölünmüşlüğü ifade eder. Özne, kendi arzusunu anlamaya çalışırken, bu arzu her zaman bir eksiklik etrafında döner. Bu eksiklik, Lacancı teoride manque-à-être (olma eksikliği) olarak adlandırılır ve öznenin kimliğini veya varlığını tamamlayacak bir şeyin sürekli olarak kaçıp gitmesi durumudur.

Alıntının ilk cümlesi, “Bu engellenmiş özne, asla bir partner aracılığıyla bir şeyle uğraşmaz, yalnızca çubuğun diğer tarafına yazılmış olan nesne a ile ilgilenir,” öznenin ilişkisel doğasını vurgular. Burada “partner” terimi, bir başka insan ya da somut bir varlık olmaktan çok, öznenin arzusunun yöneldiği bir nesneyi ya da ideali ifade eder. Ancak bu partner, öznenin arzusunu tam anlamıyla karşılayamaz, çünkü özne, gerçek bir partnerle değil, nesne a ile ilişki içindedir. Nesne a, Lacancı teorinin en karmaşık kavramlarından biridir ve öznenin arzusunun nedenini temsil eder. Bu nesne, maddi bir şey olmaktan çok, öznenin arzusunu tetikleyen ve aynı zamanda asla tam anlamıyla ele geçirilemeyen bir “eksiklik” ya da “kayıp nesne”dir.

Nesne a ve Çubuğun Diğer Tarafı

Lacan’ın “çubuğun diğer tarafına yazılmış olan nesne a” ifadesi, onun sembolik düzen (dil, kültür, toplumsal normlar) ile gerçeklik arasındaki ayrımı ifade eden yapısal modeline işaret eder. Çubuk, öznenin bilinçli benliği ile bilinçdışı arasındaki ayrımı temsil eder. Nesne a, bu çubuğun öteki tarafında yer alır, yani öznenin doğrudan erişemeyeceği, ancak arzusunu yönlendiren bir konumdadır. Nesne a, somut bir nesne ya da kişi değil, daha çok bir fantazinin ya da arzunun yapısal bir işlevidir. Örneğin, bir sevgili, bir sanat eseri ya da bir ideal, nesne a’nın somutlaşmış bir biçimi gibi görünebilir, ancak aslında nesne a, öznenin arzusunu sürekli olarak yeniden üreten bir “boşluk” ya da “eksiklik”tir.

Bu bağlamda, alıntıdaki “partner aracılığıyla bir şeyle uğraşmaz” ifadesi, öznenin gerçek dünyadaki ilişkilerinin, nesne a’nın yerini dolduramayacağını ima eder. Özne, partneriyle ilişkisinde bile, aslında kendi arzusunun nesnesiyle (nesne a) uğraşmaktadır. Bu, Lacancı psikanalizde romantik ilişkilerin ya da cinsel bağların neden sıklıkla tatminsizlikle sonuçlandığını açıklamak için kullanılan bir kavramdır: Partner, öznenin arzusunun gerçek nesnesi değildir; yalnızca bu arzu için bir aracı ya da katalizördür.

Öteki ve Arzunun Nedeni

Alıntının ikinci kısmı, “Cinsel partnerine, yani Öteki’ne, ancak bu partner onun arzusunun nedeni olduğu ölçüde ulaşabilir,” Lacancı teorideki Öteki (l’Autre) kavramını devreye sokar. Öteki, Lacancı psikanalizde çok katmanlı bir kavramdır. Bir yandan, Öteki, dilin, kültürün ve toplumsal normların sembolik düzenini temsil eder. Öte yandan, Öteki, öznenin arzusunu yönlendiren bir kişi ya da figür olarak da ortaya çıkabilir (örneğin, bir sevgili ya da ebeveyn). Ancak Lacan için Öteki, her zaman bir eksiklik barındırır; Öteki, öznenin arzusunu tam anlamıyla tatmin edemez.

Bu alıntıda, cinsel partner Öteki olarak konumlanır, ancak öznenin bu partnere ulaşması, yalnızca partnerin “arzunun nedeni” olduğu ölçüde mümkündür. Yani, partner, öznenin arzusunu tetikleyen bir işlev görür, ancak bu arzu, partnerin kendisiyle değil, nesne a ile ilişkilidir. Bu, Lacancı teorinin cinsellik anlayışında önemli bir noktayı ortaya koyar: Cinsel ilişki, iki özne arasında tam bir birleşme ya da tamamlanma sağlayamaz. Lacan’ın ünlü ifadesiyle, “Cinsel ilişki yoktur” (il n’y a pas de rapport sexuel). Bu, fiziksel ya da duygusal bir birleşmenin imkânsız olduğu anlamına gelmez; ancak özneler arasındaki ilişki, her zaman bir eksiklik, bir yanlış anlama ya da bir kayıp etrafında döner. Partner, öznenin arzusunun nesnesi gibi görünse de, aslında arzu, nesne a’ya yöneliktir ve bu nesne, hiçbir zaman tam anlamıyla ele geçirilemez.

Lacancı Arzu ve Cinselliğin İmkânsızlığı

Lacan’ın Encore seminerinde, cinsellik ve arzu, özellikle jouissance (haz, keyif) kavramı etrafında tartışılır. Jouissance, basit bir hazdan çok, öznenin hem çekildiği hem de korktuğu yoğun bir deneyimdir. Alıntıdaki “arzunun nedeni” ifadesi, jouissance ile nesne a arasındaki bağlantıyı vurgular. Özne, cinsel partnerine yönelirken, aslında jouissance’ı arar, ancak bu jouissance, nesne a’nın temsil ettiği eksiklik nedeniyle asla tam anlamıyla elde edilemez.

Bu, Lacancı teorinin romantik ve cinsel ilişkilerdeki tatminsizlik duygusunu açıklamak için kullandığı temel bir fikirdir. İnsanlar, partnerlerinde bir tür tamamlanma ya da bütünlük ararlar, ancak bu arayış, yapısal olarak imkânsızdır. Partner, öznenin arzusunu tetikleyebilir, ancak arzunun gerçek nesnesi (nesne a), her zaman öznenin ulaşamayacağı bir yerde kalır. Bu durum, insan ilişkilerindeki melankoli, hayal kırıklığı ve sürekli bir arayış halinin temelini oluşturur.

Felsefi ve Psikanalitik Sonuçlar

Bu alıntı, Lacancı psikanalizin hem bireysel hem de toplumsal düzlemde taşıdığı derin anlamları ortaya koyar. Felsefi açıdan, Lacan’ın öznesi, modern bireycilik anlayışını sorgular. Özerk, kendi kendine yeterli bir birey yerine, Lacan, özneyi sürekli olarak eksiklik ve arzuyla tanımlanan bir varlık olarak sunar. Bu, insan varoluşunun temel bir gerilimini ifade eder: İnsan, kendini tamamlamak için bir şey arar, ancak bu arayış, yapısal olarak imkânsızdır.

Psikanalitik açıdan, bu alıntı, terapötik süreçte de önemli bir rol oynar. Analist, hastanın arzusunun nesnesini anlamasına yardımcı olurken, hastanın bu nesneyi (nesne a) bir partnerde ya da somut bir şeyde bulamayacağını fark etmesini sağlar. Bu farkındalık, öznenin kendi arzusunun doğasını anlamasına ve belki de bu arzuyla daha barışık bir şekilde yaşamasına olanak tanır.

Toplumsal düzlemde ise, Lacan’ın bu fikirleri, modern kültürdeki tüketim, aşk ve cinsellik anlayışlarını eleştirmek için kullanılabilir. Medya, reklamlar ve popüler kültür, bize sürekli olarak “tamamlanmayı” vaat eden nesneler ya da ilişkiler sunar. Ancak Lacancı perspektiften bakıldığında, bu vaatler, nesne a’nın ele geçirilemez doğası nedeniyle her zaman boşa çıkar. Bu, modern insanın sürekli bir tatminsizlik içinde olmasının da bir açıklamasıdır.

Sonuç

Jacques Lacan’ın Encore seminerindeki bu alıntı, öznenin arzusunun karmaşıklığını ve cinsel ilişkinin yapısal imkânsızlığını anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. Engellenmiş özne, nesne a’nın peşinden giderken, Öteki’yle (cinsel partner) ilişkisi, yalnızca bu partner arzusunun nedeni olduğu ölçüde anlam kazanır. Ancak bu ilişki, asla tam bir tatmin ya da birleşme sağlayamaz, çünkü arzu, yapısal olarak eksiklik etrafında döner. Lacancı psikanaliz, bu gerçeği kabul ederek, öznenin kendi arzusunun doğasını anlamasını ve bu arzuyla daha bilinçli bir ilişki kurmasını önerir. Bu alıntı, yalnızca psikanalitik teorinin değil, aynı zamanda insan varoluşunun temel sorularına dair derin bir içgörü sunar: Arzumuzun peşinden giderken, gerçekten neyi arıyoruz? Ve bu arayış, bizi nereye götürüyor?

Hiç yorum yok: