Bir zamanlar, Huzur Ormanı'nın kıyısında küçük bir köy vardı. Bu köyde herkes mutlu görünse de, gökyüzünde süzülen bir sis bulutu gibi bir korku vardı: Bilinmeyen Ormanı.
Bu orman köyün hemen ötesindeydi ve kimse oraya gitmeye cesaret edemezdi. Büyüklerinden duydukları masallarla büyüyen köylüler, ormanda korkunç canavarların yaşadığına, oraya girenlerin bir daha asla geri dönmediğine inanıyordu.
Köyde yaşayan genç bir kız vardı, adı Ela'ydı. Ela, diğerlerinden farklıydı. Bilinmeyen Ormanı’nın kenarında oturur, rüzgarın ağaçlar arasında taşıdığı fısıltıları dinlerdi. Bu sesler ona korkutucu gelmek yerine merak uyandırıyordu. Bir gün yaşlı bir bilge, Ela’ya şöyle dedi:
“Bilinmeyenden korkma, Ela. Bilinmeyen sadece geri kalanının olduğu yerdir. Orada keşfedeceğin tek şey, kendinden daha fazlasıdır.”
Bu sözler Ela’nın kalbine dokundu. O gün bir karar verdi: Bilinmeyen Ormanı keşfedecekti. Küçük bir çanta hazırladı ve bir sabah erkenden, köy halkının şaşkın bakışları arasında ormanın derinliklerine doğru yürümeye başladı.
Ela, ormana adım attığında bambaşka bir dünya buldu. Ağaçlar büyülü bir ışıkla parlıyor, dallardan sarkan çiçekler melodilerle şarkı söylüyordu.
Yolda ona rehberlik eden bir ışık huzmesi belirdi. Bu ışık onu bir mağaraya götürdü. Mağaranın duvarlarına dokunduğunda kendi yüzünü gördü; ama bu yüz sadece dışarıdan tanıdığı Ela değil, içindeki güçlü, cesur ve bilge Ela’ydı.
Mağaradan çıktığında Ela’nın korkusu iyice yok olmuştu. O artık yalnızca ormanı değil, kendi içindeki cesareti de keşfetmişti. Köyüne geri döndüğünde, Bilinmeyen Ormanı’nın sadece bir yanılsama olduğunu anlattı. Orası korkulacak değil, keşfedilecek bir yerdi.
O günden sonra köylüler, Ela’nın cesaretinden ilham alarak bilinmeyen ormana adım attılar. Her biri, bilinmeyeni keşfettikçe kendilerinden daha fazlasını buldu.
Ve böylece, Huzur Ormanı’nın kıyısındaki köy, korkudan uzak, keşiflerle dolu bir yer haline geldi.
Son.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder