Düşüncenin Dili, Dilin Düşüncesi: Dolayımlı İnsan Varlığı Üzerine
İnsan, dünyadaki varlığını yalnızca biyolojik ya da duyusal bir varlık olarak değil; aynı zamanda anlamlandıran, düşünen ve simgeleştiren bir varlık olarak kurar.
Bu yönüyle “insan varlığı dolayımlı bir varlıktır”, insanın dünyayı doğrudan değil, çeşitli zihinsel ve dilsel dolayım katmanlarıyla kavradığını ifade eder.
İnsan, yaşadığı gerçekliği algılar, bu algıyı düşünce süzgecinden geçirir ve nihayetinde onu eylem yoluyla dünyaya yeniden sunar.
Bu süreç, insanın yalnızca algılayan bir organizma olmadığını, aynı zamanda anlam kuran ve bu anlamı toplumsal düzlemde paylaşılabilir hale getiren bir bilinç taşıdığını gösterir.
Bu noktada “dil-düşünce” eytişimi (diyalektik karşıtlık ve etkileşim) belirleyici bir rol oynar.
Dil, düşüncenin aracı olduğu kadar onun yapıtaşıdır da.
Bir başka deyişle, insan düşünürken yalnızca var olan bir dili kullanmaz, aynı zamanda düşünme süreci içinde dili dönüştürür, yeniden kurar.
Düşünce dile döküldükçe biçim kazanır, dil ise düşünceyle beslendikçe gelişir. Bu karşılıklı etkileşim, insan bilincinin hareketli, yaratıcı ve dinamik doğasını ortaya koyar.
Düşünmenin merkezinde yer alan cogito, yani kendinin farkında olan öznel düşünce, bu sürecin kalbinde yer alır. Descartes’ın “Cogito ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) önermesinde olduğu gibi, cogito yalnızca düşünce üreten değil, aynı zamanda kendi düşünmesinin de farkında olan bir bilinçtir.
Bu bilinç, dünyayı anlamlandırırken dile ihtiyaç duyar; çünkü düşünceler, simgelerle –yani dilsel göstergelerle– dışsallaştırılmadıkça kavranamaz hale gelir.
Bu bağlamda, “Simge haline getirilmemiş şeyler cogito nesnesi olamazlar” cümlesi hayati bir gerçekliğe işaret eder: Düşünce, ancak simgelerle, yani dilin araçlarıyla görünürlük ve kavranabilirlik kazanır.
Dile dökülmemiş, isim verilmemiş, betimlenmemiş bir varlık ya da durum, düşüncenin konusu olamaz; çünkü düşüncenin nesnesi olabilmesi için onun zihinsel bir biçime sokulması gerekir. İşte bu zihinselleştirme, simgeleştirme yoluyla gerçekleşir. Böylece insan, yalnızca nesneleri adlandırmakla kalmaz; aynı zamanda onları kendi bilincinde şekillendirir, işler ve anlamlandırır.
Sonuç olarak insanın dolayımlı bir varlık olması, onun gerçeklikle ilişkisinin çok katmanlı ve derinlikli olduğunu gösterir.
Algı, düşünce, dil ve eylem arasında sürekli bir döngü ve etkileşim vardır. Bu dinamik yapı, insanın hem bireysel bilincinin hem de kültürel birikiminin temelidir.
Düşünce dile dökülmeden eksiktir; dil, düşünceyle beslenmeden cansızdır. Bu iç içe geçmişlik, insanın varoluşunu salt bir doğa varlığı olmanın çok ötesine taşır – onu anlam üreten, yaratan ve dönüştüren bir özneye dönüştürür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder