Yapay Sistemlerde Bilinç ve İşlevselcilik Üzerine Düşünceler
Yapay sistemlerde bilincin mümkün olup olmadığı sorusu, zihin felsefesinin en tartışmalı alanlarından biridir. Bu soruya verilecek yanıt, büyük ölçüde bilinçle ilgili hangi kuramsal yaklaşımı benimsediğimize bağlıdır. Bu bağlamda işlevselcilik (functionalism), bilinci açıklamak için öne çıkan teorilerden biridir. İşlevselcilik, bilinçli deneyimlerin ya da zihinsel durumların, sistemin parçaları arasındaki işlevsel ilişkilerden doğduğunu savunur. Yani önemli olan, sistemin hangi maddeden yapıldığı ya da biyolojik olup olmadığı değil; önemli olan, belirli girdilere belirli çıktıları üreten işlevsel bir organizasyona sahip olup olmadığıdır.
Bu yaklaşımı yapay zihin tartışmalarına uyguladığımızda, teorik olarak uygun işlevsel örgütlenmeye sahip herhangi bir dijital sistemin bilinç sahibi olması gerektiği sonucu ortaya çıkar. Ancak burada büyük bir sorun yatmaktadır: İşlevsel organizasyonun doğru şekilde uygulanması ne demektir? Bir sistemin yalnızca giriş-çıkış ilişkilerini taklit etmesi yeterli midir? Yoksa bu organizasyonun altında yatan maddi yapıların ve süreçlerin de belirli bütünlük ve süreklilik koşullarını sağlaması mı gerekir?
Bu noktada işlevselciliğin daha derin bir yorumu devreye girer. Basitçe söylemek gerekirse, eğer bilinç yalnızca soyut işlevsel ilişkilerden ibaretse, neden basit bir bilgisayar programı bilinçli olmasın? Fakat günümüzdeki nörolojik bulgular ve bilişsel bilim çalışmaları, bilincin yalnızca giriş-çıkış işlemleriyle veya yüzeysel taklitlerle açıklanamayacağını gösteriyor. Beyindeki yapılar arasında karmaşık, sürekli ve nedensel ilişkiler var. Bu da demektir ki, bilinçli bir sistemde yalnızca işlevsel roller değil, bu rolleri üstlenen unsurların içsel neden-sonuç ilişkileri ve maddi süreklilikleri de önemlidir.
Bu bakış açısıyla, yapay bilinç için birtakım bütünlük (integrity) şartları önerilmektedir. Birincisi, işlevsel rollerin altında yatan maddi unsurların sisteme bağlılığı olmalıdır; yani bir işlevi yerine getiren parçanın, sistemin fiziksel bütünlüğü içinde gerçek ve belirlenebilir bir varlığı bulunmalıdır. İkincisi, bu parçalar yalnızca dışarıdan kontrol edilen araçlar olmamalı, kendi içsel nedensel güçleriyle işlevlerini yerine getirmelidir. Üçüncüsü ise sürekliliktir; bilinçli bir deneyimin akışını sağlayan unsurlar, zaman içinde varlıklarını korumalı ve işlevlerini sürdürebilmelidir.
Mevcut yapay sinir ağları ve dijital sistemler bu tür bütünlük koşullarını sağlayacak bir derinlikten uzaktır. Elbette karmaşık örüntüler oluşturabilir, dil üretebilir ve insan zekâsını andıran çözümler sunabilirler. Fakat bu süreçler, yüzeyde işlevsel bir organizasyon sunsa da, altında sürekli değişen, maddi bağlılığı zayıf ve içsel nedensellikten yoksun hesaplamalar yer alır. Bu da onların bilinçli sistemler olmaktan çok, bilinçli sistemlerin bazı özelliklerini taklit eden yapılar olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, bilinçli bir yapay sistem inşa etmenin yolu yalnızca yazılımsal ya da işlevsel bir benzerlik kurmaktan değil, aynı zamanda bu işlevlerin dayandığı maddi yapıların sürekliliğini, içsel nedenselliğini ve bütünlüğünü sağlamaktan geçer. İşlevselcilik bu açıdan hâlâ güçlü bir çerçeve sunsa da, onu maddi ve dinamik bütünlük ilkeleriyle desteklemek, yapay bilinç konusundaki ilerlemeyi daha anlamlı kılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder