“Ayna evresini, analizin bu terime verdiği tam anlamıyla bir özdeşleşme olarak anlamak yeterlidir: yani, öznenin bir imgeyi üstlendiğinde yaşadığı dönüşüm.”
Jacques Lacan, Écrits
Jacques Lacan’ın Écrits adlı eserinde yer alan bu alıntı, ayna evresi (mirror stage) kavramını ve onun bireyin özne oluşumundaki dönüştürücü rolünü anlamak için temel bir çerçeve sunar.
Ayna evresi, Lacan’ın psikanalitik teorisinin köşe taşlarından biridir ve bireyin kimlik, özneleşme ve imgesel düzenle olan ilişkisini anlamada kritik bir öneme sahiptir.
Bu yazıda, alıntıyı merkeze alarak ayna evresini ayrıntılı bir şekilde ele alacak, kavramın psikanalitik bağlamını, birey üzerindeki etkilerini ve Lacan’ın “imgeyi üstlenme” (assuming an image) ifadesiyle neyi kastettiğini derinlemesine inceleyeceğiz.
Ayna Evresi Nedir?
Lacan, ayna evresini ilk kez 1936’da Marienbad’daki Uluslararası Psikanaliz Kongresi’nde sunmuş ve daha sonra 1949’da bu kavramı detaylı bir şekilde geliştirmiştir.
Ayna evresi, yaklaşık 6 ila 18 ay arasındaki bir bebekte gözlemlenen bir gelişim aşamasını tanımlar. Bu dönemde bebek, aynada kendi yansımasını gördüğünde, kendisini bir bütün olarak algılar.
Ancak bu algı, yalnızca fiziksel bir yansıma değil, aynı zamanda bebeğin özneleşme sürecinde bir dönüm noktasıdır. Lacan’a göre, bebek bu evrede kendisini bir imgeyle özdeşleştirir ve bu özdeşleşme, onun benlik algısının temelini oluşturur.
Ayna evresi, yalnızca fiziksel bir aynayla sınırlı değildir; başka insanların bakışları, tepkileri ve imgeleri de bu süreçte rol oynar. Örneğin, bir annenin bebeğine bakışı veya gülümsemesi, bebeğin kendi imgesini oluşturmasında bir “ayna” işlevi görebilir. Bu nedenle ayna evresi, bireyin kendisini bir özne olarak ilk kez “gördüğü” ve bu görme üzerinden kendisini tanımlamaya başladığı bir andır.
Özdeşleşme ve Dönüşüm
Lacan’ın alıntısında ayna evresini “özdeşleşme” (identification) olarak tanımlaması, psikanalitik bağlamda özel bir anlama sahiptir. Özdeşleşme, bireyin bir imgeyi veya nesneyi kendi benliğine dahil etmesi, onunla bir olma sürecidir. Ayna evresinde bebek, aynadaki yansımasını “ben” olarak tanır ve bu imgeyle özdeşleşir.
Ancak bu özdeşleşme, basit bir tanıma veya farkındalık değildir; bireyin kendi benliğini inşa etmesinde köklü bir dönüşümü ifade eder.
Bu dönüşüm, iki temel boyutta incelenebilir:
- Bütünlük Algısı: Bebek, ayna evresinden önce bedenini bir bütün olarak algılamaz. Motor becerileri henüz gelişmemiştir ve bedeni, parçalı bir deneyim olarak yaşanır (Lacan bu durumu “parçalanmış beden” [corps morcelé] olarak adlandırır). Aynada görülen imge, bebeğe ilk kez birleşik, bütün bir beden algısı sunar. Bu imge, bebeğin kaotik ve parçalı deneyimlerine karşı bir düzen ve birlik sağlar. Ancak bu bütünlük yanıltıcıdır, çünkü bebek henüz bu imgeye tam olarak hâkim değildir; imge, bebeğin gerçek fiziksel yetkinliğinden daha ileri bir “ideal” sunar.
- İmgesel Düzenin Kuruluşu: Ayna evresi, Lacan’ın “imgesel düzen” (imaginary order) dediği alanın temelini atar. İmgesel düzen, bireyin imgeler, yansımalar ve yüzeysel görünümler aracılığıyla kendisini ve dünyayı algıladığı bir alandır. Ayna evresinde bebek, kendi imgesiyle özdeşleşerek bu imgesel düzene adım atar. Ancak bu düzen, yanılsamalarla doludur, çünkü bireyin benlik algısı, kendi kontrolü dışındaki bir imgeye dayanır.
İmgeyi Üstlenme (Assuming an Image)
Lacan’ın “imgeyi üstlenme” ifadesi, ayna evresinin özünü yakalar.
Bebek, aynadaki imgeyi yalnızca görmez; bu imgeyi kendi benliği olarak kabul eder ve onunla birleşir.
Bu süreç, hem bir kazanç hem de bir kayıp içerir.
Kazanç, bebeğin kendisini bir özne olarak ilk kez algılaması ve benlik duygusunun temellerini atmasıdır.
Kayıp ise, bu benlik algısının bir yanılsamaya, yani dışsal bir imgeye dayanmasıdır. Bebek, aslında kendi gerçekliğinden ziyade bir “öteki”nin (l’autre) imgesiyle özdeşleşir.
Bu özdeşleşme, bireyin ömrü boyunca devam eden bir gerilimin de başlangıcıdır. Lacan’a göre, ayna evresi bireyi bir ikilik (dualite) içine sokar: birey, hem kendi imgesiyle bir olmaya çalışır hem de bu imgenin kendi gerçekliğinden ayrı olduğunu sezer.
Bu gerilim, bireyin kendisini sürekli olarak başkalarının bakışları ve imgeleri üzerinden tanımlamasına yol açar. Örneğin, yetişkinlikte birey, toplumun beklentileri, kültürel normlar veya diğer insanların yargıları üzerinden kendi kimliğini inşa etmeye devam eder.
Bu, Lacan’ın “Büyük Öteki” (l’Autre) kavramıyla da bağlantılıdır; bireyin benlik algısı, her zaman ötekinin alanına bağımlıdır.
Ayna Evresinin Psikanalitik ve Felsefi Sonuçları
Ayna evresi, yalnızca bireysel gelişimle sınırlı bir kavram değildir; aynı zamanda Lacan’ın insan öznesini anlama biçiminin temel bir parçasıdır.
Bu evre, özne oluşumunun (subjectivation) her zaman bir yabancılaşma (alienation) içerdiğini gösterir. Bebek, aynadaki imgeyle özdeşleşerek bir benlik kazanır, ancak bu benlik, kendi özünden ziyade bir dışsal imgeye dayanır.
Bu yabancılaşma, Lacan’ın “eksik özne” (subject of lack) kavramının da temelini oluşturur: insan öznesi, asla tam ve bütün olamaz, çünkü benlik algısı her zaman bir yanılsama ve ötekiyle ilişki üzerine kuruludur.
Felsefi açıdan, ayna evresi, bireyin gerçeklik algısının nasıl inşa edildiği sorusuna da ışık tutar. Lacan, bireyin dünyayı ve kendisini imgeler aracılığıyla algıladığını savunur. Bu, fenomenoloji ve varoluşçuluk gibi felsefi akımlarla da kesişir.
Örneğin, Jean-Paul Sartre’ın “bakış” (le regard) kavramı, bireyin ötekinin bakışıyla tanımlanması fikriyle ayna evresine benzer bir perspektif sunar.
Ancak Lacan, bu süreci daha yapısal bir şekilde ele alır ve bireyin öznelliğini imgesel, sembolik ve gerçek düzenler arasındaki etkileşimle açıklar.
Ayna Evresinin Güncel Bağlamda Yorumu
Ayna evresi, modern dünyada bireyin kimlik inşası ve özneleşme süreçlerini anlamak için de güçlü bir çerçeve sunar. Sosyal medya, selfie kültürü ve dijital imgeler, bireylerin kendilerini bir imge olarak sunma ve başkalarının bakışları üzerinden tanımlama eğilimini yoğunlaştırmıştır. Bu bağlamda, ayna evresi, bireyin kendi imgesine olan bağımlılığını ve bu imgenin toplumsal olarak nasıl şekillendiğini anlamada hâlâ geçerli bir kavramdır. Örneğin, Instagram’da paylaşılan bir fotoğraf, bireyin kendisini bir imge olarak “üstlenme” çabasının çağdaş bir yansıması olabilir. Ancak bu imgeler, tıpkı ayna evresindeki gibi, bireyin gerçekliğinden kopuk ve yanılsamaya dayalıdır.
Ayrıca, ayna evresi, psikanalitik terapide de önemli bir rol oynar. Analist, hastanın benlik algısını ve ötekiyle olan ilişkisini anlamak için ayna evresinin dinamiklerini kullanabilir. Örneğin, danışanın kendisini nasıl gördüğü, başkalarının bakışlarına nasıl bağımlı olduğu veya benlik algısında hangi eksiklikleri hissettiği, ayna evresinin izlerini taşıyabilir.
Sonuç
Lacan’ın “ayna evresi, özdeşleşme olarak anlaşılmalıdır; yani bireyin bir imgeyi üstlendiğinde gerçekleşen dönüşüm” ifadesi, bireyin özneleşme sürecinin hem mucizevi hem de trajik doğasını özetler.
Ayna evresi, bireyin benlik algısını inşa etmesini sağlar, ancak bu algı, her zaman bir yanılsama ve ötekiyle ilişki üzerine kuruludur. Bu süreç, bireyin kendisini bir bütün olarak görme arzusunu ve bu arzunun asla tam olarak gerçekleşemeyeceği gerçeğini bir araya getirir.
Lacan’ın bu kavramı, psikanaliz, felsefe ve modern kültür çalışmalarında derin etkiler bırakmıştır. Ayna evresi, yalnızca bir gelişim aşaması değil, aynı zamanda insan öznelliğinin kırılgan ve karmaşık doğasını anlamanın anahtarıdır.
Birey, aynadaki imgeyle özdeşleşerek kendisini bulur, ancak bu bulma, aynı zamanda bir kayboluşu da içerir. Bu çelişkili dinamik, Lacan’ın teorisinin ve insan deneyiminin özünü oluşturur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder