2025-07-16

Hayatın Anlamı Üzerine Bir Yolculuk: İyilik, Kötülük ve Mücadele

Hayatın Anlamı Üzerine Bir Yolculuk: İyilik, Kötülük ve Mücadele

Hayatın büyük kısmını geride bırakmaya başladığımı fark ettiğimde, zamanın benden neler alıp götürdüğünü değil, bana neleri gösterdiğini düşünmeye başladım. Günler artık biriktirmekten çok sadeleşmeye hizmet ediyor; lüzumsuz yüklerden arınmaya, öz olana ulaşmaya. Her sabah, takvime bir çentik daha atılırken içimde bir soru büyüyor: Bu hayat neydi, ne için yaşandı, neye hizmet etti?

Bu soruların peşinden giderken fark ettim ki hayat, bir arayıştır. Anlam arayışı, bazen bir yüzleşme, bazen bir kabul, bazen de bir direniştir. İyilikle kötülüğün çatıştığı bir zemin olarak dünya, bize sadece yaşamak değil, mücadele etmek sorumluluğunu da yükler. Ve bu mücadele, sadece dışımızdaki kötülüklere değil, içimizdeki gölgeleredir çoğu zaman.


Yaşadıkça Derinleşen Bir Perspektif: Schopenhauer ve Kierkegaard’ın İzinde

Schopenhauer’un hayatı nakışa benzetmesi, yaş ilerledikçe daha anlamlı hale geliyor. Gençken renkli ipliklere, desenin güzelliğine hayran olurken; yaş aldıkça arkadaki karışık düğümleri, sabırla atılmış ilmekleri fark ediyorsunuz. Estetik değil belki ama öğretici.

Kierkegaard’ın “Hayat geriye doğru anlaşılır” sözü ise, zamanla daha çok yankılanıyor içimde. Geçmişin anlamı, şimdiye baktıkça açılıyor. Her yanlış, her sapma, her duraklama bir anlam taşır. Ve geleceğe atılacak her adım, geçmişin sessiz öğretmeniyle konuşarak atılmalıdır.

Bu iki düşünür, bana şunu öğretti: Hayatı anlamak için sadece yaşamak yetmez, düşünmek ve yüzleşmek de gerekir. Yüzleşmeden geçen bir ömür, tamamlanmamış bir hikâyedir.


İyilik ve Kötülüğün İçimizdeki Savaşı

Dış dünyadaki kötülük kadar, içimizde saklı duran karanlıkla da mücadele etmeliyiz. Açgözlülük, kıskançlık, kibir, öfke, korku… bunların hepsi kötülüğün sessiz tohumları. Bir toplumda kötülük nasıl sistemleşiyorsa, bir bireyde de alışkanlığa dönüşebilir.

Benim için kırılma noktası şu soruydu: “Hayattan ne alabilirim?” yerine, “Hayata ne verebilirim?” sorusu. Bu soru, insanı dönüştürüyor. Vermek, sadece elindekini sunmak değil; ruhunu, niyetini ve emeğini koymak anlamına geliyor. Ve bu verme hali, sizi iyiliğe daha sıkı bağlayan bir hal alıyor.


Merak ve Empati: Anlamın İki Kanadı

Hayatla kurduğum ilişkiyi değiştiren iki kavram oldu: Merak ve Empati. Merak, beni anlamaya; empati ise hissetmeye yönlendirdi. Sadece bilgiyi değil, insanı da anlamak gerekiyor. Kuru bilgi, duygudan ve adaletten yoksunsa kibir üretir. Empatiyle yoğrulmuş bilgi ise bilgelik doğurur.

Felsefe, merakın terbiyeli halidir. Düşünmek, sadece zihinsel bir eylem değil; aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun rotasını çizense hakikattir. Ve bazen hakikati savunmak, sizi yalnız bırakır. Ama o yalnızlık, kalabalık bir suskunluktan daha anlamlıdır.


Erdemler: Karanlığa Karşı İçsel Zırhımız

İyilik, sadece başkası hak ettiği için değil, siz kendinize yakıştırdığınız için yapılır. Cömertlik, sabır, merhamet, sadakat, nezaket gibi değerler; içsel dünyamızın sağlam tuğlalarıdır. Ancak bireysel erdemlerin tek başına yetmediği yerlerde, toplumsal değerlerle buluşması gerekir. Adalet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve dayanışma olmadan bireyin iyiliği yalnız kalır; sesi yankılanmaz.

Toplumlar bu değerlerle büyür; kültür, gelenek ve hukuk da bu değerlerle beslenirse anlam kazanır. Aksi halde, erdemli bireyler yozlaşmış sistemlerde kurur gider. Bu yüzden iyilik, sadece bireysel bir tercih değil, aynı zamanda bir sivil sorumluluk ve ahlaki devrimdir.


Devrimci Ruh: Yaşama Direniştir

Hayat, büyük değişimlere gebedir. Kimi zaman yavaş akar, kimi zaman bir sel gibi önüne kattığı her şeyi değiştirir. İşte bu dönüşüm, cesur ruhlara ihtiyaç duyar. Devrimcilik sadece siyasal bir tavır değil; zihinsel, ahlaki ve varoluşsal bir tercihtir.

Kendimize, insanlığa ve hakikate olan inancımızı kaybettiğimizde, yalnızca bugünü değil, geleceği de yitiririz. O yüzden inançlarımızı savunmak, zaman zaman bedel ödemeyi göze almak gerekir. Çünkü bedel ödemekten korkanlar, zalime cesaret verir. Thomas More’un dediği gibi: “Ruhunu kaybeden, her şeyini kaybeder.”


Neşe: Mücadelenin Müziği

Mücadele sert olabilir; ama bu, hayatın neşesini yok etmez. Aksine, neşe olmadan mücadele kısa soluklu olur. Nazım’ın dediği gibi, neşe kavgayı besleyen bir melodidir. Karamsarlığın bataklığında değil, neşenin direnciyle ayakta kalabiliriz.

Neşe, sadece gülmek değil; umutla bakmak, yeniden başlayabilmektir. Karanlığa inat ışık yakmaktır. Ve her ne olursa olsun, “iyilerin bir gün mutlaka kazanacağına” dair inancı diri tutmaktır.


Sonuç: Ruhun Ayakta Kalması

Hayatın anlamı, belki de bir cevaptan çok bir mücadeledir. Her gün, içimizde ve dışımızda süren bir mücadele. Bu mücadelede iyilikten, erdemden, hakikatten ve adaletten yana tavır almak; bizi insan yapan en derin anlamı taşır.

Ve zamanın sonunda, geride ne bıraktığımız değil, kim olarak kaldığımız önemlidir. Ruhumuz dimdikse, yolumuz doğruysa, anlam kendiliğinden gelecektir. Çünkü asıl zafer, ölmeyen bir ruhla hayata tutunabilmektir.


Tunç Soyer, Cezaevi Günlüğü

Hiç yorum yok: