2025-08-05

Sömürge Lisanı: Dilin Tarih ve Kimlik Üzerindeki Gücü

Sömürge Lisanı: Dilin Tarih ve Kimlik Üzerindeki Gücü

Diller, sadece kelimelerin dizilişi değil; aynı zamanda zihniyetlerin, perspektiflerin ve güç ilişkilerinin dışavurumudur. Bir coğrafyayı tanımlarken kullandığımız kelimeler, yalnızca bir yerin adını söylemez; aynı zamanda o yerle olan ilişkimizi, tarihsel bağlarımızı ve bilinçaltımızdaki anlam haritasını da şekillendirir. Bu bağlamda “sömürge lisanı” kavramı, dilin ne kadar derin, sinsi ve güçlü bir hegemonya aracı olduğunu gösterir.

Sömürgecilik yalnızca fiziksel işgalle değil, anlam dünyasını yeniden inşa ederek, yerel hafızaları silerek ve zihinleri işgal ederek de işler. Bu noktada sömürge lisanı, egemen güçlerin halkların tarihine, kimliğine ve coğrafyasına kendi perspektiflerini empoze etmekte kullandıkları en etkili araçlardan biridir.


Türkistan’dan Orta Asya’ya: Bir Kavramla Silinen Bellek

“Türkistan” kelimesi, yüzyıllar boyunca Türk halklarının ana yurdu olarak hem siyasi hem kültürel anlamda derin bir aidiyet ve kök duygusunu içinde taşır. Bu adlandırma, sadece bir bölgeyi değil; bir halkın tarihsel sürekliliğini, yaşam biçimini, destanlarını ve medeniyetini temsil eder. Ancak 19. yüzyılda İngiliz emperyalist dilinin müdahalesiyle “Türkistan” bir gecede “Central Asia”ya, yani “Orta Asya”ya dönüştürüldü.

Bu, göründüğünden çok daha fazlasıdır. “Orta Asya” ifadesi, merkez Londra kabul edilerek çizilen dünya haritasının jeopolitik lisanıdır. Bu tanım, Türk halklarının bu topraklardaki tarihî varlığını silikleştirirken, aynı zamanda bölgeyi “herkese açık”, evrensel, sahipsiz bir mekâna dönüştürür. Türklerin yurdu, bu terimle birlikte kimliksizleştirilir; belleği törpülenir; varlığı, tarihten ziyade sadece coğrafyaya indirgenir.

Daha da kötüsü, bu yeni terminoloji eğitim sistemlerinden akademiye, medyadan sokaktaki söyleme kadar sızar ve doğal bir ifade gibi kabul görür. Artık “Türkistan” dediğinizde size politik bir anlam yüklenir, hatta şüpheyle bakılır. Oysa bu kelime, bir halkın kendini tanıttığı aynalardan biriydi.


“Trans Kafkasya”: Bakış Açısına Hapsedilen Kimlikler

Coğrafyanın yönünü tayin eden dildir. “Trans Kafkasya” (Transcaucasia) ifadesi, yine merkezî bir gücün, bu kez Rus İmparatorluğu’nun bakış açısıyla yaratılmış bir tanımdır. “Trans”, yani “ötesi”; Moskova’dan bakıldığında Kafkasya’nın öte yakası anlamına gelir. Ancak bu ülkeler –Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan– Anadolu’dan bakıldığında “öte” değil, “yanı başı”dır. Hatta tarihî, kültürel ve etnik açıdan bizatihi içimizde sayılabilecek komşularımızdır.

Bu nedenle, “Trans Kafkasya” ifadesi, yalnızca fiziksel bir mesafe tanımı değil, zihinsel bir yabancılaştırma aracıdır. Bu terimi kullanmak, Anadolu’nun tarihî hinterlandını göz ardı etmektir. Kardeşlik bağlarımızı, tarihsel etkileşimlerimizi, kültürel ortaklığımızı uzaklaştırmak, ötekileştirmek demektir.

Dahası, bu tür terimler akademik metinlerde de sıkça karşımıza çıkar ve sorgulanmadan kullanılmaları, sömürge lisanının entelektüel bir katmanla yeniden üretilmesine neden olur. Bir anlamda, zihinsel kolonizasyon süreci, yerli kalemlerle sürdürülebilir hâle gelir.


Dil, Zihinsel Sömürgeciliğin En Güçlü Aracıdır

Sömürge lisanı, yalnızca kelimeleri değil; anlam dünyasını, algıyı, hatta hafızayı dönüştürür. Adını değiştirerek yok edilen şehirler, haritalardan silinen yer adları, başka dillerle yeniden adlandırılan coğrafyalar, halkların kendi tarihlerini unutmalarına neden olur.

Bu yalnızca Türk halklarına has bir durum da değildir. Afrika’da, Güney Amerika’da, Orta Doğu’da sömürgeciler; yerli dillere Fransızcayı, İngilizceyi, Portekizceyi zorla giydirirken; yerli halkların hafızasını da silmiş, kendi tarihlerini yabancı kaynaklardan öğrenmeye mahkûm etmişlerdir.

Bu durum bir “kültürel asimilasyon” sürecidir. Adım adım işler. Önce yerli terimler “modası geçmiş” ya da “politik” bulunur. Sonra yeni terimler “bilimsel” ya da “evrensel” diye tanıtılır. Ve nihayetinde, yeni nesiller artık eski terimlerle tanışmaz bile. İşte o noktada, sömürge lisanı zaferini ilan eder.


Direniş Olarak Anlam: Kendi Terimlerimizi Sahiplenmek

Tarihe, coğrafyaya ve kültüre sahip çıkmanın ilk adımı, onları doğru adlarıyla anmaktan geçer. “Türkistan” demek, sadece bir yer adı değil; bir hafızaya, bir geçmişe, bir kimliğe sahip çıkmak demektir. “Trans Kafkasya” yerine “Güney Kafkasya” ya da “Kafkas Komşularımız” demek, tarihsel bağlarımızı yeniden hatırlamak ve yeniden kurmak anlamına gelir.

Bu nedenle, entelektüellerin, öğretmenlerin, gazetecilerin ve akademisyenlerin sorumluluğu büyüktür. Dilin farkında olmak, yalnızca edebî değil, aynı zamanda politik ve etik bir bilinçtir. Hangi kelimenin hangi bakış açısını taşıdığını, hangi kavramın hangi tarihsel travmaya kapı araladığını bilmek zorundayız.


Sonuç: Dil, Kimliktir – Ve Kimlik Teslim Edilmez

“Sömürge Lisanı,” kelimeler aracılığıyla kimliğin çalınabileceğini gösteren bir kavramdır. Türk milletinin tarihine, coğrafyasına ve kültürüne sahip çıkması için önce kelimelerine sahip çıkması gerekir. Çünkü kelimeler yalnızca araç değil, aynı zamanda taşıyıcılardır. Kültürü, belleği, tarihi ve kimliği taşırlar.

Unutulmamalıdır ki, bir halk kendi dilini yitirdiğinde, sadece iletişimini değil; aynı zamanda yönünü, geçmişini ve benliğini de yitirir. O hâlde, bu zihinsel kuşatmaya karşı ilk adımımız net olmalı:

“Türkistan” diyelim. “Komşularımız” diyelim. “Kendi sözlerimizle” konuşalım. Çünkü ancak kendi dilimizle var olabiliriz.

Sömürge lisanı 

Hiç yorum yok: