2025-08-26

Nâsır-ı Hüsrev, Sefername’de Kudüs konusunda neler söylemiş?

Nâsır-ı Hüsrev (1004-1088), Fars edebiyatının önemli şairlerinden ve İsmaili düşünürlerinden biri olup, Sefername adlı eserinde 1046-1052 yılları arasında gerçekleştirdiği yolculuklarını detaylı bir şekilde anlatmıştır. Bu eser, özellikle Kudüs (Beytülmakdis) ve çevresindeki kutsal mekânlar hakkında dönemin tarihî, mimarî ve kültürel detaylarını sunan değerli bir kaynaktır. Nâsır-ı Hüsrev’in Kudüs’teki gözlemleri, Mescid-i Aksa, Kubbetü’s-Sahra, Hristiyan mabetleri, Süleyman Mabedi ve Yahudi mabetleri gibi yapılar hakkında bilgi içerir. Aşağıda, Sefername’den yola çıkarak, Nâsır-ı Hüsrev’in bu mekânlar hakkında yazdıklarını ve dönemin bağlamını detaylı bir şekilde ele alıyorum.

1. Mescid-i Aksa

Nâsır-ı Hüsrev, Sefername’de Mescid-i Aksa’yı Kudüs’teki en önemli İslami yapılardan biri olarak tanımlar. Kudüs’ü 1047 yılında ziyaret ettiğinde, Mescid-i Aksa’nın Emevîler döneminde inşa edilen ve İslam’ın ilk kıblesi olarak kabul edilen bir mabed olduğunu belirtir. Mescid-i Aksa’yı, geniş bir avlu içinde yer alan ve çevresi surlarla çevrili olan Harem-i Şerif’in ana camisi olarak tasvir eder. Onun anlatımına göre:

  • Mimari Özellikler: Mescid-i Aksa, geniş bir iç mekâna sahip olup, sütunlarla desteklenen bir yapıdır. Caminin mihrabı ve minberi, dönemin İslam mimarisinin zarif örneklerinden biri olarak dikkat çeker. Nâsır-ı Hüsrev, caminin geniş avlusunda çok sayıda insanın ibadet ettiğini ve özellikle Cuma namazlarında kalabalık toplulukların bir araya geldiğini not eder.
  • Kutsal Önemi: Mescid-i Aksa’nın Müslümanlar için kutsal olduğunu vurgular ve buranın, Hz. Muhammed’in Miraç hadisesinde göğe yükseldiği yerle ilişkilendirildiğini ifade eder. Ancak, Nâsır-ı Hüsrev’in anlatımı daha çok mekânın fiziksel özelliklerine ve sosyal işlevine odaklanır.
  • Dönemin Durumu: Fatımîler döneminde (Kudüs’ü 969-1099 arasında kontrol ediyorlardı) Mescid-i Aksa, Müslümanlar için önemli bir ibadet merkeziydi. Nâsır-ı Hüsrev, caminin iyi bakımlı olduğunu ve Fatımî yönetiminin buraya özen gösterdiğini belirtir.

2. Kubbetü’s-Sahra

Nâsır-ı Hüsrev, Kubbetü’s-Sahra’yı Mescid-i Aksa’nın hemen yakınında, Harem-i Şerif bölgesinde yer alan bir başka muhteşem yapı olarak tanımlar. Emevî halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından 687-691 yıllarında inşa edilen bu yapının, özellikle Hacer-i Muallak (Muallak Taşı) üzerine kurulu olması nedeniyle kutsal kabul edildiğini belirtir.

  • Mimari Detaylar: Nâsır-ı Hüsrev, Kubbetü’s-Sahra’nın sekizgen planını, altın kaplama kubbesi ve renkli mozaiklerle süslü iç dekorasyonunu detaylı bir şekilde tasvir eder. Kubbenin, güneş ışığında parlayan altın kaplamasıyla dikkat çektiğini ve çevresindeki mozaiklerin sanatsal açıdan olağanüstü olduğunu vurgular. Yapının, o dönemde İslam dünyasının en görkemli yapılarından biri olduğunu ifade eder.
  • Hacer-i Muallak: Nâsır-ı Hüsrev, Kubbetü’s-Sahra’nın merkezinde yer alan Hacer-i Muallak’ın (Muallak Taşı) Müslümanlar için kutsal olduğunu ve Hz. Muhammed’in Miraç’a yükseldiği yer olarak kabul edildiğini belirtir. Ayrıca, taşın etrafındaki alanı ziyaret edenlerin yoğun ilgisinden bahseder.
  • Dini ve Kültürel Bağlam: Kubbetü’s-Sahra’nın, hem dini hem de siyasi bir sembol olarak Emevîler tarafından inşa edildiğini ima eder. Fatımîler döneminde de bu yapının bakımına özen gösterildiğini ve Müslüman hacılar için önemli bir ziyaret noktası olduğunu kaydeder.

3. Hristiyan Mabetleri

Nâsır-ı Hüsrev, Kudüs’teki Hristiyan mabetlerini, özellikle Kıyamet Kilisesi’ni (Kutsal Kabir Kilisesi) detaylı bir şekilde tarif eder. Kudüs, Hristiyanlar için Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ve dirildiği yer olarak kutsal kabul edilir. Nâsır-ı Hüsrev’in gözlemleri, dönemin Hristiyan topluluklarının bu mekânlara verdiği önemi yansıtır:

  • Kıyamet Kilisesi (Kutsal Kabir Kilisesi): Nâsır-ı Hüsrev, bu kilisenin Hristiyanlar için en kutsal yerlerden biri olduğunu belirtir. Kilisenin, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği Golgota Tepesi’nde ve mezarının bulunduğu yerde inşa edildiğini aktarır. Kilisenin mimarisini, özellikle içindeki mozaikleri ve dini objeleri detaylı bir şekilde tarif eder. Ayrıca, kilisenin Hristiyan hacılar tarafından yoğun bir şekilde ziyaret edildiğini ve burada düzenlenen ayinlerin görkemli olduğunu not eder.
  • Hristiyan Toplumu: Fatımîler döneminde Hristiyanlara belirli bir hoşgörü gösterildiğini ve kiliselerin korunduğunu belirtir. Ancak, Nâsır-ı Hüsrev’in anlatımı, Müslüman bir gözlemci olarak Hristiyan mabetlerine karşı tarafsız ama meraklı bir yaklaşımı yansıtır. Hristiyanların kilisedeki ritüellerini ve dini sembollerini ilgiyle gözlemlediğini ifade eder.
  • Via Dolorosa: Nâsır-ı Hüsrev, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce yürüdüğü yol olan Via Dolorosa’dan dolaylı olarak bahseder ve bu yolun Hristiyan hacılar için önemli bir güzergâh olduğunu belirtir.

4. Süleyman Mabedi

Nâsır-ı Hüsrev, Süleyman Mabedi’ne (Birinci Mabed) doğrudan atıfta bulunmaz, ancak Harem-i Şerif bölgesinin Yahudiler için kutsal olan Tapınak Dağı (Moriah Tepesi) üzerinde yer aldığını ve buranın Hz. Süleyman tarafından inşa edilen mabedin yeri olarak kabul edildiğini ima eder. Sefername’de, Süleyman Mabedi’nin tarihi ve dini önemine dair detaylı bir anlatım olmasa da, Harem-i Şerif’in Yahudiler için kutsal bir alan olduğunu ve bu bölgenin geçmişte Yahudi mabediyle ilişkilendirildiğini belirtir.

  • Tarihi Bağlam: Nâsır-ı Hüsrev’in yaşadığı dönemde (11. yüzyıl), Süleyman Mabedi çoktan yıkılmış (MÖ 587’de Babil kralı II. Nebukadnezar tarafından) ve yerine İkinci Mabed inşa edilip o da MS 70’te Romalılar tarafından yıkılmıştı. Dolayısıyla, Nâsır-ı Hüsrev’in gözlemlediği dönemde bu mabedin fiziksel kalıntıları mevcut değildi. Ancak, Yahudilerin bu bölgeyi kutsal saydığını ve burayı dua etmek için ziyaret ettiğini not eder.
  • Ağlama Duvarı: Nâsır-ı Hüsrev, Yahudilerin Harem-i Şerif’in batı tarafında dua ettikleri bir duvarı (bugün Ağlama Duvarı olarak bilinen yer) ziyaret ettiğini belirtir. Bu duvarın, Yahudiler tarafından Süleyman Mabedi’nin kalıntısı olarak kabul edildiğini ve burada yas tuttuklarını ifade eder. Ancak, duvarın tam olarak Herod döneminde inşa edildiği bilgisi o dönemde net değildi, bu nedenle Nâsır-ı Hüsrev bunu Yahudilerin dini inancıyla ilişkilendirir.

5. Yahudi Mabetleri

Nâsır-ı Hüsrev’in Sefername’sinde Yahudi mabetlerine dair doğrudan bir bölüm bulunmaz, çünkü 11. yüzyılda Kudüs’te aktif bir Yahudi mabedi (sinagog ya da tapınak) bulunmuyordu. Yahudiler, Süleyman Mabedi’nin yıkılmasından sonra ibadetlerini sinagoglarda yapmaya başlamışlardı, ancak Nâsır-ı Hüsrev’in anlatımında Kudüs’teki sinagoglara dair spesifik bir bilgi verilmez. Bunun yerine, Yahudilerin Harem-i Şerif bölgesine olan dini bağlılıklarını ve özellikle Ağlama Duvarı’nda gerçekleştirdikleri ibadetleri vurgular.

  • Yahudi Toplumu: Nâsır-ı Hüsrev, Kudüs’teki Yahudi toplumu hakkında sınırlı bilgi verir, ancak onların Harem-i Şerif bölgesini kutsal saydığını ve burayı düzenli olarak ziyaret ettiklerini belirtir. Fatımîler döneminde Yahudilere de Hristiyanlar gibi belirli bir hoşgörü gösterildiğini ve dini ritüellerini yerine getirmelerine izin verildiğini ifade eder.
  • Dini Ritüeller: Yahudilerin, özellikle Tapınak Dağı’nda ve Ağlama Duvarı’nda dua ettiğini, mabedin yıkılışını andığını ve Mesih’in gelip Üçüncü Mabedi inşa edeceğine dair inançlarını koruduğunu aktarır.

Genel Değerlendirme ve Bağlam

Nâsır-ı Hüsrev’in Sefername’si, Kudüs’ün 11. yüzyıldaki dini ve kültürel yapısını anlamak için eşsiz bir kaynaktır. Onun anlatımı, Müslüman, Hristiyan ve Yahudi topluluklarının Kudüs’teki kutsal mekânlara olan bağlılıklarını yansıtır. Özellikle Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra’yı detaylı bir şekilde tarif ederken, bu yapıların İslam dünyasındaki önemine vurgu yapar. Hristiyan mabetleri, özellikle Kıyamet Kilisesi, onun ilgisini çeker ve bunları tarafsız bir gözlemci olarak aktarır. Süleyman Mabedi ve Yahudi mabetleri konusunda ise daha az detay verir, çünkü bu dönemde Yahudi mabetleri fiziksel olarak mevcut değildi; ancak Yahudilerin Tapınak Dağı’na olan dini bağlılıklarını not eder.

Nâsır-ı Hüsrev’in gözlemleri, Fatımîler döneminde Kudüs’ün çok dinli ve çok kültürlü bir şehir olduğunu gösterir. Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin kutsal mekânlara erişim ve ibadet etme hakları, Fatımî yönetiminin nispeten hoşgörülü politikaları sayesinde mümkün olmuştur. Ancak, bu mekânların her üç din için de kutsal olması, zaman zaman gerilimlere yol açtığını da dolaylı olarak belirtir.

Notlar ve Kaynaklar

  • Nâsır-ı Hüsrev’in Sefername’si, orijinal Farsça metninden çeşitli dillere çevrilmiştir. Türkçe çevirileri arasında Yahya Hakan’ın çalışması (Nâsır-ı Hüsrev, Sefername, İstanbul: Kitabevi, 2011) referans alınabilir.
  • Kudüs’teki kutsal mekânlar hakkında daha fazla bilgi için, TDV İslâm Ansiklopedisi’nde “Mescid-i Aksâ”, “Kubbetü’s-Sahra” ve “Süleyman Mabedi” maddeleri incelenebilir.
  • Nâsır-ı Hüsrev’in anlatımları, dönemin arkeolojik ve tarihî verileriyle karşılaştırıldığında, bazı detayların subjektif ya da dönemin bilgisiyle sınırlı olduğu görülebilir. Örneğin, Ağlama Duvarı’nın Süleyman Mabedi’ne ait olduğuna dair Yahudi inancı, modern arkeolojide Herod dönemiyle ilişkilendirilir.


Hiç yorum yok: