2025-08-25

Neden Krizin Ortasında Espri Yaparız ve Hegel’in Bu Konudaki Eleştiris

Neden Krizin Ortasında Espri Yaparız ve Hegel’in Bu Konudaki Eleştirisi

İnsanlık tarih boyunca kriz anlarında, kaosun ve belirsizliğin gölgesinde, beklenmedik bir tepki geliştirmiştir: espri yapmak. Savaşlar, siyasi çalkantılar, ekonomik buhranlar ya da toplumsal baskılar gibi kontrol edilemeyen durumlarda, insanlar sıklıkla mizaha sığınır. Türkiye’de de bu durum, toplumsal belleğimizin bir parçasıdır; en karanlık anlarda bile sosyal medyada dolaşan espriler, iğneleyici caps’ler ya da sokak sohbetlerinde anlatılan fıkralar, adeta bir refleks gibi ortaya çıkar. Peki, bu eğilim yalnızca psikolojik bir rahatlama aracı mıdır, yoksa daha derin bir anlamı mı vardır? Ve neden Hegel, bu tür bir ironik yaklaşımı tehlikeli bulmuştur? Bu yazıda, kriz anlarında espri yapma alışkanlığımızın psikolojik, toplumsal ve felsefi boyutlarını inceleyecek, Hegel’in romantik ironi eleştirisi ışığında bu davranışın olası risklerini değerlendireceğiz.

Kriz Anlarında Espri: Psikolojik Bir Kaçış mı, Direnç mi?

Kriz anlarında espri yapma eğilimi, ilk bakışta bir savunma mekanizması gibi görünür. Psikoloji literatüründe, mizahın stresle başa çıkma aracı olarak işlev gördüğü uzun zamandır bilinmektedir. Sigmund Freud, mizahı bilinçdışındaki gerilimleri serbest bırakmanın bir yolu olarak tanımlar; bir nevi “güvenli alan” yaratarak, bireyin acı veren gerçeklikten uzaklaşmasını sağlar. Türkiye’de, örneğin, ekonomik kriz dönemlerinde artan fiyatlar ya da siyasi skandallar üzerine yapılan espriler, bu gerilimle başa çıkmanın bir yolu olarak karşımıza çıkar. Sosyal medyada dolaşan bir mem, bir sokak röportajındaki absürt bir yorum ya da WhatsApp gruplarında paylaşılan bir fıkra, bir an için gülümsetir ve bireye “Bu kaosun içinde bile gülebiliyorum” hissi verir.

Bu durum, sosyal psikoloji açısından da anlamlıdır. Mizah, toplulukları bir araya getirir; ortak bir espri, paylaşılan bir trajediyi anlamlandırma çabasını temsil eder. Türkiye’de Gezi Parkı protestoları gibi olaylarda, mizahın birleştirici gücü açıkça görülmüştür; duvar yazıları, karikatürler ve sloganlar, hem bir direniş biçimi olmuş hem de toplumsal dayanışmayı pekiştirmiştir. Ancak bu mizahın işlevi, yalnızca psikolojik rahatlama ya da toplumsal bağ kurma ile sınırlı mıdır? Yoksa bu espriler, daha karmaşık bir zihinsel ve toplumsal dinamiğin parçası mıdır?

İroni: Gerçeklikten Mesafe Yaratma Sanatı

Kriz anlarında üretilen esprilerin çoğu, Hegel’in “romantik ironi” olarak adlandırdığı kavramla ilişkilendirilebilir. İroni, burada, bireyin ya da topluluğun kendisini acı gerçeklikten ayırmak için kullandığı bir araçtır. Örneğin, bir siyasi baskı döneminde, rejimin absürtlüklerini tiye alan bir espri, o rejimin ciddiyetini sorgular ve bireye, sanki bu baskıya karşı bir üstünlük kurmuş gibi hissettirir. “Bunca felakete rağmen gülebiliyorum” düşüncesi, bir tür zihinsel zafer hissi yaratır. Bu, öznenin (bireyin) kendisini gerçeklikten (olayların ağırlığından) ayırması, yani bir mesafe oluşturması anlamına gelir.

Bu mesafe, bireye geçici bir özgürlük hissi sunar. Örneğin, bir ekonomik krizde, “Artık sadece nefes almak bedava” gibi bir espri, hem durumu hicveder hem de bireye, bu kaotik gerçeklik karşısında hâlâ bir kontrolü varmış gibi hissettirir. Ancak tam da bu noktada, ironinin çelişkili doğası devreye girer: Bu espriler, gerçeklik üzerinde herhangi bir değişikliğe yol açmaz. Durum hâlâ aynıdır; kriz devam eder, baskı sürer, felaket yerli yerinde durur. İroni, bu anlamda, bir yanılsama yaratır: Birey, espri yaparak durumu küçülttüğünü, ona hâkim olduğunu düşünür, oysa gerçekte hiçbir şey değişmemiştir.

Hegel’in Romantik İroni Eleştirisi: Tehlikeli Bir Yanılsama

Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel, özellikle romantik ironiyi eleştirirken, bu tür bir mesafe yaratma pratiğinin tehlikelerine dikkat çeker. Hegel’e göre, romantik ironi, bireyin gerçekliği ciddiye almaktan kaçınarak, kendisini her şeyin üzerinde bir özne olarak konumlandırmasıdır. Bu, bir tür zihinsel üstünlük yanılsamasıdır; birey, espri yoluyla gerçekliği bir oyuna indirger ve sanki bu gerçekliğe hâkimmiş gibi davranır. Ancak bu hâkimiyet, yalnızca zihinseldir ve gerçek dünyada hiçbir karşılığı yoktur.

Hegel’in bu eleştirisi, kriz anlarındaki espri alışkanlığımıza doğrudan uygulanabilir. Örneğin, bir siyasi krizde, rejimin absürtlüklerini tiye alan bir espri, bireye veya topluma bir anlık rahatlama sağlasa da, bu espri, rejimi değiştirme, ona karşı çıkma ya da durumu iyileştirme yönünde bir eyleme dönüşmediği sürece, sadece bir zihinsel kaçış olarak kalır. Hegel, bu tür bir ironinin, bireyi ve toplumu “gerçek” sorumluluktan uzaklaştırdığını savunur. Özgürlük, onun felsefesinde, gerçeklikle yüzleşmek ve ona karşı sorumlu bir duruş sergilemekle mümkündür. İroni ise bu sorumluluğu erteleyerek, bireyi bir tür estetik kendini kandırma tuzağına düşürür.

Bu bağlamda, kriz anlarındaki espriler, bir tür “narkotik” etki yaratabilir. Gülmek, bireyi bir an için özgür ve güçlü hissettirse de, bu his geçicidir. Espri, eylemin yerini aldığında, birey ya da toplum, değişim yaratma potansiyelini kaybeder. Hegel’in deyimiyle, ironi, bireyi “gerçek olan”dan koparır ve onu bir seyirciye dönüştürür; hem de kendi trajedisinin seyircisine.

Türkiye’de Kriz Mizahı: Direnç mi, Teslimiyet mi?

Türkiye’de kriz mizahı, hem bir direnç biçimi hem de bir teslimiyet göstergesi olarak okunabilir. Gezi Parkı protestolarında, mizah, bir direniş aracı olarak işlev görmüş; “Biber gazı o kadar güzel ki, şişesini sıksam mı diyorum” gibi espriler, hem baskıyı alaya almış hem de dayanışmayı güçlendirmiştir. Ancak, aynı mizah, bazen de bir çaresizlik ifadesine dönüşebilir. Örneğin, ekonomik kriz dönemlerinde, artan fiyatlarla ilgili yapılan espriler, bir süre sonra “Ne yapalım, gülmekten başka çaremiz yok” havasına bürünebilir. Bu, Hegel’in eleştirdiği noktaya işaret eder: Mizah, eylemin yerini aldığında, birey ya da toplum, kendi çaresizliğini estetize ederek, bir tür pasif kabullenişe sürüklenebilir.

Bu durum, özellikle sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla daha görünür hale gelmiştir. Twitter, Instagram ya da TikTok’ta dolaşan espriler, bir yandan toplumu birleştirirken, diğer yandan bireyleri “seyirci-kurban” konumuna itebilir. Herkes güler, herkes paylaşır, ama bu espriler, nadiren somut bir değişim hareketine dönüşür. Hegel’in uyarısı burada anlam kazanır: Mizah, bir noktada, gerçekliği değiştirme sorumluluğundan kaçışın bir aracı haline gelebilir.

Sonuç: Gülmek mi, Yüzleşmek mi?

Kriz anlarında espri yapmak, insan olmanın karmaşık bir yönünü yansıtır. Bu, hem bir hayatta kalma stratejisi hem de potansiyel bir tuzaktır. Psikolojik olarak, mizah, birey ve toplumu ayakta tutar; kaosun ortasında bir anlık nefes alma imkânı sunar. Ancak, Hegel’in romantik ironi eleştirisi, bize bu mizahın sınırlarını hatırlatır: Espri, gerçekliği değiştirmediği sürece, sadece bir yanılsama yaratır. Güleriz, çünkü gülmek, çaresizliği örtmenin en kolay yoludur. Ama bu gülme, bizi özgürleştirir mi, yoksa bizi kendi çaresizliğimizin seyircisi haline mi getirir?

Türkiye bağlamında, kriz mizahı, hem bir direnç biçimi hem de bir teslimiyet göstergesi olarak ikili bir rol oynar. Bu mizah, dayanışmayı güçlendirebilir, ama aynı zamanda değişim iradesini zayıflatabilir. Hegel’in uyarısı, burada bir pusula işlevi görebilir: Özgürlük, gerçeklikten kaçmakta değil, onunla yüzleşmekte ve ona karşı sorumlu bir duruş sergilemekte yatar. Belki de bir sonraki krizde, espri yaparken bir yandan da şu soruyu sormalıyız: Bu gülme, bizi güçlendiriyor mu, yoksa sadece unutmamızı mı sağlıyor?

Hiç yorum yok: