Bir anı, bir macera, bir de o dönemin teknolojiyle imtihanı! Yılını tam hatırlamıyorum, ama Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarının dilden dile dolaştığı, popülerliğinin yükseldiği o yıllar işte. Çapa’da, Prof. Demir Tiryaki’nin önderliğinde düzenlediğimiz o renkli Perşembe toplantılarında bir fikir doğdu: “Doğan Cüceloğlu’nu davet edelim!” Ama bir sorun var: Cüceloğlu, o sırada Amerika’da bir üniversitede çalışıyor. Elimizde ne mi var? Sadece kitaplarının bir köşesinde yazan bir e-posta adresi. Evet, sadece o!
Şimdi düşünün, o yıllarda Çapa’da e-posta denen şey bir bilimkurgu filmi gibi. Kimsenin e-postası yok, tanıdığımız bir Allah’ın kulunda bile! “Neyse,” dedik, “Bir metin yazalım, e-posta gönderelim, sonra da faks ve telefonla devam ederiz.” Bu önemli görev, Demir Hoca tarafından bana paslandı. “Hadi,” dedi, “Sen hallet!” Ama nasıl? Çapa’daki postaneye koştum, umutla sordum: “E-posta gönderebiliyor musunuz?” Cevap: “Bizde yok, ama belki Sirkeci’deki büyük postane…”
Hemen Sirkeci’ye yollandım, içimde bir heyecan, bir merak. Gişedeki memurlar önce “Yok öyle bir şey!” dedi. Ama pes etmedim, direttim. Sonunda müdüre sordular. Müdür, “Olur, göndeririz,” dedi, ama yüzlerinde bir tereddüt. Anladım ki, bu iş onların da ilk denemesi! Ücreti mi? Tamamen uydurma bir rakam söylediler. Ödeme karşılığında makbuz mu verdiler? Hayır, bir avuç posta pulu! Evet, yanlış duymadınız, posta puluyla e-posta gönderdim! Sanırım Sirkeci postanesi, müşteri talebiyle atılan ilk e-postanın tarihine böylece imza attı.
Neyse, mailimiz uçtu gitti. İletişim için Demir Hoca’nın telefon numarasını vermiştik. Sağ olsun, Demir Hoca gerisini halletti ve sonunda Doğan Cüceloğlu ile buluşma ayarlandı! O e-posta acemiliğim, o telaş, o pul macerası… Hâlâ düşündükçe gülümserim, unutulur mu hiç?
1 yorum:
Ne hoş bir anı, tek bir yaşam süresinde köklü değişimin arafı...
Yorum Gönder