2025-12-08

Telif Hakkı Hakkında Size Hiç Anlatılmayan 4 Şaşırtıcı Gerçek

Telif Hakkı Hakkında Size Hiç Anlatılmayan 4 Şaşırtıcı Gerçek

Giriş: Kancayı Atmak

Telif hakkının yaratıcıları korumak, emeklerinin karşılığını almalarını sağlamak için var olduğunu düşünürüz. Peki ya bu sistem, aslında yaratıcının değil, devasa şirketlerin çıkarlarını koruyorsa? Ya kültürü korumak yerine onu yavaş yavaş yok ediyorsa? Ya bir fotoğrafın değerini bir insan hayatından daha yukarıda tutuyorsa? Nevit Dilmen'in kişisel görüşlerine ve yaşam deneyimlerine dayanan bu yazıda, telif hakkı dünyasının en şaşırtıcı, çelişkili ve düşündürücü yönlerini keşfedeceğiz. Gördükleriniz, bildiğinizi sandığınız her şeyi sorgulamanıza neden olabilir.


1. Asıl Savaş Yaratıcılar ve Yayıncılar Arasında

Telif hakkı denince akla genellikle eserini izinsiz kullanan tüketicilere karşı hakkını arayan sanatçılar gelir. Ancak gerçek kavga, spot ışıklarının altında değil, kapalı kapılar ardında, yaratıcılar ile yayıncı firmalar arasında yaşanmaktadır.

Bu dinamiğin en net görüldüğü yerlerden biri akademik yayıncılıktır. Bilim insanları, kariyerlerinde ilerlemek için makale yayımlamak zorundadır. Bu süreçte, yıllarını verdikleri araştırmalarının ürünü olan makalelerinin tüm haklarını, yayıncı firmalara ücretsiz olarak devrederler. Eğer bu devir sözleşmesini imzalamazlarsa, makaleleri yayımlanmaz ve kariyerleri durma noktasına gelir.

Sonuç nedir? Örneğin, önde gelen yayıncı firmalardan yalnızca birinin 2018 geliri 2,4 milyar sterlin iken, o makaleleri yazan bilim insanlarına ve onları değerlendirip yayına hazırlayan hakemlere ödenen ücret tam olarak "0 dolardır". Yüzyıllar içinde yayıncılar öyle bir tekel oluşturmuşlardır ki, yaratıcıları kendilerine karşı tamamen savunmasız bırakmışlardır.

...yayıncılar öyle bir teker oluşturmuşlar ki zaman içinde yani bu birkaç Yüzyıllık zaman içinde yaratıcı insanları kendilerine karşı güçsüz ve çaresiz bırakmışlar ya yaratıcı İnsanların yapacağı bir şey kalmamış.

Bu adaletsiz düzen, bizzat akademisyenlerin öncülük ettiği bir isyanı, bir "protesto hareketi" olan Açık Erişim (Open Access) hareketini doğurmuştur. Bu hareket, bilginin tekelci yayıncıların elinden kurtarılıp kamuya açılması için mücadele vermektedir.

2. Değer Paradoksu: Bir Fotoğraf Bir İnsan Hayatından Daha mı Değerli?

Bu tekel yalnızca yaratıcıların emeğini sömürmekle kalmaz, aynı zamanda toplumun değer yargılarını da tehlikeli bir şekilde altüst eder. Sistem, neyin "önemli", neyin "önemsiz" olduğuna karar verirken ortaya akıl almaz tablolar çıkar.

İki çarpıcı olayı karşılaştıralım: Bir gaz bombası mermisinin isabet etmesiyle hayatını kaybeden Küçük Ömer için ailesine öngörülen tazminat 60.000 TL. Aynı dönemde, bir sanatçının fotoğrafının izinsiz kullanılması üzerine talep ettiği tazminat ise 715.000 TL. Bu karşılaştırma, sistemin bir insan hayatına karşılık bir kopyanın değerini nasıl ölçtüğüne dair acı bir soruyu ortaya koyuyor.

Bu adaletsizlik, caydırıcılık adına acımasızlaşan sistemin başka bir kurbanı olan Aaron Swartz vakasında daha da belirginleşir. İnternetin gelişimine büyük katkılar sağlamış genç bir bilgisayar dehası olan Swartz, çalıştığı MIT'de yasal erişim hakkı olduğu halde J-STORE adlı veri tabanından akademik makaleler indirir. Henüz kimseyle paylaşmamış olmasına rağmen, "ileride paylaşacağı" varsayımıyla suçlanır.

Swartz'dan talep edilen ceza akıl almazdır: 1 milyon dolar para ve 35 yıl hapis. Bu ezici baskı, genç dahinin trajik bir şekilde intihar etmesiyle sonuçlanır. Peki, bu intihar mıdır cinayet midir? Bu soru, telif hakkı sisteminin, bir fikrin kopyasını korumak adına bir insan hayatını nasıl hiçe sayabildiğini en karanlık şekilde gözler önüne seriyor.

3. Orijinallik Efsanesi: Her Yaratım Bir Öncekinin Mirasıdır

Telif hakkı sistemi, "yeni" ve "orijinal" eserleri koruma iddiasındadır. Ancak bu kavramların kendisi son derece muğlaktır. Hiçbir şey yoktan var olmaz; her yaratım, "mevcut kültürün eski birikimlerin üstüne konulmuş yeni bir tuğladır."

Bu fikri somutlaştıran birkaç harika örnek var:

  • Mağara Resmi Örneği: İspanya'daki 20.000 yıllık Altamira mağarasındaki duvar resmi orijinaldir. Bu mağara müzeye taşınamadığı için, Barselona'daki bir müzede duvarın birebir kopyası (röprodüksiyonu) yapılmıştır. Birisi gidip o röprodüksiyonun fotoğrafını çekmiştir. O fotoğrafın bir kopyası da şu an bizim ekranlarımızdadır. Orijinalden başlayan bu "kopyanın kopyası" zinciri, özgünlüğün nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulatır.

  • Şirinler Örneği: Nevit Dilmen, Ankara'da bir parkta bulunan Şirinler heykellerinin fotoğrafını çeker. Bu heykeller, Belçikalı bir çizerin iki boyutlu çizgi film karakterlerinin üç boyutlu hale getirilmiş halleridir. Dilmen, çektiği bu fotoğrafı internete yüklediğinde telif hakkı ihlali gerekçesiyle silinme talepleri alır. İki boyutlu bir çizimi üç boyutlu heykele dönüştürmek mi kopyadır, yoksa kamusal alandaki o heykelin fotoğrafını çekmek mi? Bu vaka, sistemin neyi nasıl tanımladığının ne kadar absürt olabileceğini gösterir.

  • Helvetica ve Arial Örneği: Windows, ilk çıktığında ünlü Helvetica fontunun lisans ücreti konusunda anlaşmaya varamayınca, ona neredeyse birebir benzeyen Arial fontunu geliştirmiştir. İki font arasındaki farklar o kadar minimaldir ki, bu durum "orijinal nedir, kopya nedir?" sorusunu sormamıza neden olur.

4. Koruma Kalkanı mı, Kültür Katili mi?

Telif hakkının temel amacının kültürel mirası korumak olduğu söylenir. Ancak ironik bir şekilde, mevcut yasalar kültürü korumak yerine onu yok eden bir mekanizmaya dönüşebilir.

Yazarın ölümünden sonra 70 yıl gibi aşırı uzun telif hakkı süreleri, eserleri kamunun erişimine kapatır ve bilginin kaybolmasına neden olur. Bu durumun somut sonuçları şunlardır:

  • Yazarlar öldüğünde veya yayıncılar kapandığında, telif hakkı süresi dolmadığı için kitaplar yeniden basılmaz ve o bilgi yavaş yavaş yok olur.

  • Büyük teknoloji firmaları, kendilerine rakip olabilecek küçük firmaları satın alıp yazılımlarını piyasadan çekerek o teknolojiyi yok ederler.

  • Patentlerin %99'u hiçbir zaman kullanılmaz, ancak 20 yıl boyunca başkalarının o fikri geliştirmesini engelleyerek inovasyonun önünü tıkarlar. Peki, kullanılmayan bir şeyi biz niye koruyoruz?

Bu geniş çaplı koruma, "yaratıcı insanların kullandığı orijinal materyali yok etmekle" sonuçlanabilir. İskenderiye Kütüphanesi'nin yanması, bilginin tek bir olayla, feci bir şekilde yok olmasıydı. Modern telif hakkı yasaları ise bilginin ve kültürün sessizce, sürekli ve yavaş yavaş ortadan kaybolmasına zemin hazırlamaktadır.


Sonuç: Geleceği Yeniden Düşünmek

Mevcut telif hakkı yasalarının temelleri 1600'lü yıllarda atıldı. Matbaa çağı için tasarlanan bu yasalar, kopyalamanın tek bir tuşla yapıldığı dijital çağın gerçekleriyle artık uyuşmuyor. Bu adaletsiz ve çağdışı kalmış sisteme bir isyan olarak Wikipedia, Açık Erişim (Open Access) hareketi ve hatta mümkün olan tüm melodileri bilgisayarda üretip kamuya açan müzisyenler gibi "özgür yaratım" hareketleri doğdu. Onlar, bilginin ve kültürün özgürleşmesi için mücadele ediyor.

Peki sizce dijital çağda, hem yaratıcıyı ödüllendiren hem de kültürün özgürce akmasına izin veren adil bir sistemi nasıl kurabiliriz?

https://youtu.be/C301VptyzlI?si=f8doxUPVN6YHH0mh

Hiç yorum yok: