Sıkılma Üzerine: Psikanalitik Bir Bakış
Sıkılma, hayatımızın en sıradan ve aynı zamanda en gizemli deneyimlerinden biridir. John Berryman'ın şiirinde dediği gibi, "Yaşam sıkıcıdır, dostlarım. Bunu dile getirmemek gerek." Bu duygu, özellikle çocuklukta yoğun bir şekilde yaşanır ve yetişkinler tarafından genellikle hafife alınır veya bastırılır. Ancak psikanaliz, sıkılmayı basit bir boşluk hali olarak görmez; tam tersine, arzu, beklenti ve kişisel gelişimle derin bağları olan bir ruh hali olarak ele alır. Bu yazıda, Adam Phillips'in "Öpüşme, Gıdıklanma ve Sıkılma Üzerine" kitabındaki fikirlerden yola çıkarak, sıkılmanın psikanalitik boyutlarını ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğim. Sıkılma, sadece bir sıkıntı değil, aynı zamanda bir fırsat, bir geçiş ve hatta bir savunma mekanizması olarak karşımıza çıkar.
Sıkılmanın Kökenleri ve Çocukluk Deneyimi
Sıkılma, özellikle çocukluk döneminde sıkça karşılaşılan bir durumdur. Çocuklar, hayatlarının büyük bir kısmını tutkulu ve yoğun duygularla geçirirken, sıkılma anları bu yoğunluğun arasında bir kesinti gibi belirir. Phillips'e göre, sıkılma "yapacak hiçbir şeyin olmaması" olarak tanımlanabilir, ancak bu basit bir yokluk değildir. Aksine, child's unconscious expectation of desire – yani çocuğun bilinçdışında bir arzu beklentisi yaşamasıdır. Çocuk, sıkıldığında, aslında kendi gerçek arzusunun ortaya çıkmasını bekler. Bu, umut dolu bir müzakere sürecidir: Çocuk, sıkıntının huzursuzluğunda, arzularının kristalleşmesine alan açar.
Donald Winnicott'un psikanalitik kuramları burada kritik bir rol oynar. Winnicott, çocuğun "yalnızlık kapasitesi"nden bahseder – annenin varlığında yalnız olabilme yeteneği. Sıkılma, bu kapasitenin bir testi gibidir. Eğer çocuk sıkıntıyı tolere edebilirse, bu bir gelişim başarısıdır. Ancak yetişkinler часто müdahale eder: Çocuğun sıkıntısını bir talep veya başarısızlık olarak görürler ve hemen dikkatini dağıtmaya çalışırlar. Phillips, bir hastasının örneğini verir: On bir yaşındaki bir oğlan, "Sıkılmama izin verilmiyor" der. Bu çocuk, annesinin beklentileri nedeniyle sürekli "ilgili" olmak zorunda hisseder ve sıkıntı, onun sahte benliğini besleyen bir baskıya dönüşür. Tedavi sürecinde, çocuk sıkılmayı öğrenir ve bu, kendini tanıma yolunda bir adım olur.
Sıkılma, aynı zamanda bir bekleme halidir. Winnicott'un "önceden belirlenmiş durum" deneyinde, bebek parlak bir spatula karşısında tereddüt eder – bu, arzunun gelişmesine cesaret toplama anıdır. Sıkılma da benzer bir tereddüt öncesi durumdur: Çocuk, dikkatini çekecek bir "spatula" (metaforik olarak arzu nesnesi) arar. Eğer bu süreç sabote edilirse, çocuk prematüre kaçışlara başvurur – rasgele ilişkiler, taklit arzular veya aşırı meşguliyet. Bir başka örnekte, sekiz yaşındaki açgözlü bir çocuk, "Her şeyi yersem bir daha hiçbir şey yemek zorunda kalmam" der. Burada açgözlülük, sıkıntıya karşı bir savunma: Arzuyu tüketerek onu ortadan kaldırma girişimi.
Psikanalitik Teorilerde Sıkılma
Psikanaliz literatüründe sıkılma, Melanie Klein ve Sigmund Freud gibi isimlerin kuramlarında dolaylı olarak yer alır. Klein'ın "paranoid-şizoid konum"u, aşırı beklemenin yarattığı bir ruh hali olarak görülebilir: Bebek, annenin yokluğunda memeyi "kötü" hale getirir ve bu, sıkıntının zulüm edici yönünü yansıtır. Freud ise "Yas ve Melankoli"de, melankolik kişinin kaybını fark ettiğini ama neyi kaybettiğini bilemediğini söyler. Sıkılmada da benzer bir muğlaklık vardır: Çocuk, "yapılacak bir şey"i kaybeder, ancak bu kayıp belirsizdir. Sıkılma, yasın bir biçimi olabilir – günlük hayatın yasını tutmak.
Phillips, sıkılmayı "beklemeye karşı bir savunma" olarak tanımlar. Bekleme, arzu olasılığını kabul etmektir, ancak sıkıntı bu kabulü erteler. Freud'ün fetişizm kuramını analoji olarak kullanır: Çocuk, annenin penissizliğini hem kabul eder hem inkar eder. Sıkılmada da iki varsayım çatışır: "Arzuladığım bir şey var" ve "Arzuladığım hiçbir şey yok." Bu ikilik, sıkıntının felç edici huzursuzluğunu yaratır. Joyce McDougall'ın inkâr tanımı da uyarlanabilir: Sıkılma, bir kabulün hemen ardından yok edilmesi gibidir.
Yetişkinlerde sıkılma, daha karmaşık hale gelir. Çocukluk sıkıntısı kısa ve yoğunken, yetişkinler bunu bastırır veya risk olarak görür. Samuel Beckett'in Endgame oyununda Hamm'ın "Ben hep öyle bir yaşam sürdüm" demesi gibi, yetişkin sıkıntısı ölümden sonraki hayata benzer – boş ve anlamsız. Winnicott'un "antisosyal eğilim"i, sıkıntının iyi huylu hali olarak yorumlanır: Çocuğun sıkıntısı, yıkıcı eğilimlerin öncüsü olabilir, ancak doğru yönetilirse yaratıcı bir alana dönüşür.
Sıkılmanın Olumlu Yönleri ve Toplumsal Bağlamı
Sıkılma her zaman olumsuz mudur? Phillips'e göre hayır. Bu, serbestçe gezinen dikkate benzer – arzu için bir boşluk yaratır. Eğer kucaklanırsa, kişisel büyüme sağlar. Ancak modern toplum, sıkılmayı tolere etmez: Sürekli meşguliyet, dikkat dağıtma araçları (sosyal medya, eğlence) sıkıntıyı bastırır. Bu, bireyin kendine zaman tanıma sürecini engeller. Winnicott'un spatula deneyinde olduğu gibi, çevre (anne, toplum) empoze etmeden desteklemelidir.
Sıkılma, aynı zamanda bir protestodur: Öfkenin saklanmış hali. Uzun beklemelerde (örneğin birini beklerken) sıkıntı, öfkeyi maskeler. Bu, ilişkilerde sık görülür – geciken bir arkadaş, sıkıcı hale gelir. Psikanalitik açıdan, sıkılma bireyin "komplikasyon" olarak gördüğü içgüdüsel yaşamla yüzleşmesidir. W.R. Bion'un dediği gibi, "Boş bir alana tahammül edememek, mevcut alan miktarını sınırlar." Sıkılma, bu tahammülü geliştirme fırsatıdır.
Sonuç: Sıkılmayı Yeniden Değerlendirmek
Sıkılma, hayatın didiklenmemiş yanlarından biridir – Phillips'in kitabının alt başlığı gibi. Psikanaliz, onu patolojik değil, sıradan bir deneyim olarak görür. Çocuklukta bir gelişim aracı, yetişkinlikte ise bastırılmış bir risk. Eğer sıkıntıyı bir fırsat olarak kabul edersek, arzu ve özgüveni keşfederiz. Ancak bastırırsak, sahte meşguliyetlere hapsoluruz. Belki de soru şudur: Kim bir hiç uğruna bekleyebilir? Cevap, sıkıntıyı kucaklayanlarda gizli. Sıkılma, sonunda bizi kendimize götüren bir yol olabilir – yeter ki izin verelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder