Hayatımızın en başında, henüz masumiyetin ve saflığın gölgesinde dolaşırken, sadakatsizlik diye bir kavramın varlığını bile tam anlamıyla idrak edemeden, farkında olmadan ona meydan okuruz.
Belki de bu meydan okuma, bilinçsiz bir isyandır; yaşamın bize sunduğu kurallara, beklentilere ve bağlara karşı içgüdüsel bir başkaldırıdır.
Çocuklukta, sözlerimizin ağırlığını tartmadan konuşur, verdiğimiz sözleri tutmakta zorlanırız.
Bu, bir anlamda sadakatsizliğin ilk tohumlarını ektiğimiz yerdir; ama bu tohumlar henüz kasıtlı değildir, yalnızca insan olmanın ham ve işlenmemiş doğasından kaynaklanır.
Sonra büyürüz. Hayat, bize sadakatin ne olduğunu öğretmeye başlar – önce ailede, sonra dostluklarda, ardından sevgilerde.
Ama bu öğrenme süreci, aynı zamanda ihanetin de kapısını aralar. Çünkü sadakat, ancak ihanetle sınandığında anlam kazanır. İlk ihanetimiz belki bir arkadaşımıza söylediğimiz küçük bir yalan, belki de bir sırrı saklayamamak olur. O an, masumiyetin yerini yavaş yavaş gerçekliğin aldığı andır. Hayal kırıklığına uğratırız; bazen bilerek, bazen istemeden. Birinin gözlerindeki güvenin sönüşünü izleriz ve bu, içimizde bir yerlerde sessiz bir yara açar.
Hayal kırıklığı ise çift yönlü bir kılıç gibidir. Hem başkalarını hayal kırıklığına uğratırız hem de kendimiz bu duygunun pençesine düşeriz. Hayatın en başında, her şeye inanmaya hazırızdır: insanlar iyidir, sözler tutulur, sevgiler sonsuzdur. Ama zamanla, bu inançlarımız birer birer sınanır.
İhanet ederiz – belki bir dosta, belki bir ideale, belki de kendi değerlerimize. Ve ihanete uğrarız – bazen beklemediğimiz bir yerden, bazen en güvendiğimiz insanlardan.
Her iki durumda da, ruhumuzda bir iz bırakır; bazen bir ders, bazen bir pişmanlık, bazen de daha temkinli bir kalp olarak.
Bu döngü, insan olmanın kaçınılmaz bir parçasıdır. Sadakatsizlik, ihanet ve hayal kırıklığı, hayatın bize sunduğu aynalardır. Bu aynalara bakarak kendimizi tanırız; zayıflıklarımızı, sınırlarımızı ve en önemlisi, bağışlama kapasitemizi keşfederiz.
Hayatımızın en başında, belki de bu duyguların ağırlığını taşıyacak kadar güçlü değilizdir. Ama zamanla, her ihanetle, her hayal kırıklığıyla, sadakatin değerini daha iyi anlarız.
Ve belki de asıl sadakat, tüm bu sınavlardan geçtikten sonra bile, hâlâ sevmeye ve güvenmeye cesaret edebilmektir.
Bu bağlamda, hayatın bize öğrettiği en büyük derslerden biri şudur: Sadakatsizlik ve ihanet, sadece başkalarına karşı değil, bazen kendimize karşı da işlediğimiz bir suçtur.
Kendi hayallerimize ihanet ettiğimizde, kendi doğrularımızdan vazgeçtiğimizde ya da korkularımıza boyun eğdiğimizde, içimizdeki en derin hayal kırıklığını yaşarız.
Belki de hayatın en başında meydan okuduğumuz sadakatsizlik, aslında kendimize karşı olan bir meydan okumadır – ve bu, ömür boyu sürecek bir yolculuğun ilk adımıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder