Jacques-Alain Miller’ın 2008 yılında “On Love” adlı söyleşide sunduğu görüşler, aşkın cinsiyetler arasındaki farklı tezahürlerini ve bu duygunun insan psikolojisindeki karmaşık etkilerini anlamak için önemli bir çerçeve sunar.
Söyleşi yapan: "Erkekler için sevmek daha mı zor yani?"
Jacques-Alain Miller: "Evet, kesinlikle! Aşık bir erkek bile zaman zaman gurur patlamaları yaşar, sevdiği kişiye karşı agresif davranışlar sergiler. Çünkü aşk, onu eksik ve bağımlı hissettirir.
Bu yüzden, sevmediği kadınları arzulayabilir; böylece, âşıkken askıya aldığı 'erkeksi' konumuna geri döner.
Freud buna, erkeklerde 'aşk hayatının değersizleştirilmesi' diyordu: Aşk ile cinsel arzu arasındaki bölünme."
Söyleşi yapan: "Peki, kadınlarda durum nasıl?"
Jacques-Alain Miller: "Kadınlarda bu daha az görülür. Çoğu durumda, erkek partnerin farklı yönlerini bir arada yaşar."
Kaynak: On Love, 2008
Miller, özellikle erkeklerin ve kadınların aşkı deneyimleme biçimlerindeki farklılıklara odaklanarak, Sigmund Freud’un “aşk hayatının değersizleştirilmesi” (debasement of love life) kavramını merkeze alır.
Erkeklerde Aşk: Eksiklik, Bağımlılık ve Gurur Patlamaları
Miller, erkeklerin aşk deneyimini, “eksiklik” ve “bağımlılık” hisleriyle karakterize eder.
Aşk, bir erkeği sevdiği kişiye karşı savunmasız ve bağımlı bir konuma yerleştirir; bu da onun toplumsal rolü olarak inşa edilmiş “erkeksi” kimliğiyle çelişebilir.
Erkeklik, genellikle bağımsızlık, kontrol ve güç gibi kavramlarla ilişkilendirilir. Ancak gerçek aşk, bu idealleri sarsar ve erkeği duygusal olarak “tamamlanmamış” hissettirir.
Bu durum, Miller’a göre, erkeklerde gurur patlamalarına veya sevilen kişiye karşı agresif tepkilere yol açabilir. Bu tepkiler, erkeğin kendi içsel çatışmalarını dışa vurması olarak görülebilir; aşk, onun egemenliğini tehdit eden bir güç olarak algılanır.
Miller’ın bu yorumu, Freud’un “aşk hayatının değersizleştirilmesi” teorisine dayanır.
Freud, erkeklerde aşk ve cinsel arzunun sıklıkla birbirinden ayrıldığını savunur.
Bir erkek, sevdiği kadına karşı derin bir duygusal bağ hissederken, cinsel arzularını genellikle henüz tanımadığı, sevmediği veya duygusal olarak yakın bağ kurmadığı kadınlara yöneltebilir.
Bu ayrışma, erkeğin “erkeksi” kimliğini koruma çabasından kaynaklanır.
Aşk, erkeği duygusal olarak bağımlı kılarken, yakın olmadığı bir kadına duyulan cinsel arzu, onun bağımsızlığını ve kontrolünü yeniden tesis etmesine olanak tanır.
Miller, bu durumu, erkeğin âşıkken askıya aldığı “viril” (erkeksi) konumuna geri dönme arzusu olarak tanımlar.
Bu dinamik, erkeklerin aşkta karşılaştıkları zorlukları anlamak için güçlü bir çerçeve sunar.
Aşk, yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda erkeğin kimlik algısını ve toplumsal rollerini sorgulatan bir deneyimdir.
Gurur patlamaları veya agresif davranışlar, bu içsel çatışmanın dışa vurumu olarak ortaya çıkar.
Örneğin, bir erkek, sevdiği kadına karşı aşırı korumacı veya kıskanç davranarak, kendi bağımlılık hissini bastırmaya çalışabilir.
Bu, aşkın erkekler için neden “daha zor” olduğunu açıklayan temel bir unsurdur.
Kadınlarda Aşk: Bütünleşik Bir Dinamik
Miller, kadınların aşk deneyimini erkeklerden farklı bir şekilde ele alır.
Kadınlarda, aşk ve cinsel arzu arasındaki ayrışma daha az belirgindir.
Miller’a göre, kadınlar genellikle partnerlerinin farklı yönlerini bir arada yaşar; yani, partnerin hem duygusal hem de cinsel yönlerini bütünleşik bir şekilde deneyimlerler.
Bu “doubling-up” (çift yönlü yaşama) kavramı, kadınların aşkta daha az çatışma yaşadığını ve partnerlerine yönelik duygusal ve fiziksel bağlarını daha uyumlu bir şekilde birleştirebildiğini önerir.
Bu durum, kadınların toplumsal cinsiyet rollerinden ve psikolojik yapılarından kaynaklanabilir.
Kadınlar, tarihsel olarak duygusal bağ kurma ve ilişki odaklılık gibi özelliklerle ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, aşk, kadınlar için genellikle bir eksiklik veya bağımlılık hissinden ziyade, bir tamamlayıcılık ve bütünleşme hissi yaratır.
Miller’ın bu görüşü, kadınların aşkı daha az çatışmalı bir şekilde deneyimlediği fikrini destekler.
Freud’un Teorisi ve Modern Bağlam
Freud’un “aşk hayatının değersizleştirilmesi” kavramı, Miller’ın yorumlarının temelini oluşturur.
Freud, erkeklerde aşk ve cinsel arzunun ayrışmasını, çocukluk dönemindeki anne figürüyle kurulan bağlara dayandırır.
Anne, sevgi ve şefkatin sembolü olarak idealize edilirken, cinsel arzu genellikle başka kadınlara yönelir.
Bu ayrışma, yetişkinlikte romantik ilişkilerde kendini gösterir ve erkeklerin sevdiği kadına karşı cinsel arzu duymakta zorlanmasına veya tam tersine, cinsel arzuyu yalnızca yakın bağ kurmadığı kadınlarla ilişkilendirmesine yol açabilir.
Feminist teori bağlamında, toplumsal cinsiyet çalışmaları, erkeklik ve kadınlık kavramları, kültürel olarak inşa edildiğinden bu tür genellemelerin her birey için geçerli olmadığını vurgular.
Egon Schiele’nin Lovers II ve Aşkın Sanatsal Yansıması
Miller’ın söyleşisinin sonunda atıf verilen Egon Schiele’nin Lovers II (1917) tablosu, aşkın karmaşık doğasını görsel bir perspektiften yansıtır.
Schiele’nin ekspresyonist tarzı, insan ilişkilerindeki duygusal yoğunluğu ve çelişkileri güçlü bir şekilde ifade eder. Lovers II, iki figürün birbirine sarılmış halini tasvir ederken, hem yakınlık hem de bireysel yalnızlık hislerini vurgular.
Bu, Miller’ın aşkın erkekler ve kadınlar için farklı anlamlar taşıdığına dair görüşleriyle paralellik gösterir. Erkek figürün savunmasızlığı, kadının ise daha bütünleşik bir duruşu, tablonun kompozisyonunda hissedilebilir.
Sonuç: Aşkın Cinsiyetler Arasındaki Farklı Yüzleri
Jacques-Alain Miller’ın görüşleri, aşkın erkekler ve kadınlar için farklı psikolojik dinamikler içerdiğini ortaya koyar.
Erkekler için aşk, eksiklik ve bağımlılık hisleriyle dolu bir mücadele alanıyken, kadınlar için daha bütünleşik ve uyumlu bir deneyim olarak tanımlanır.
Egon Schiele’nin Lovers II tablosu, bu tartışmayı sanatsal bir boyuta taşırken, aşkın hem evrensel hem de son derece kişisel doğasını hatırlatır.
Nihai olarak, aşkın erkekler ve kadınlar için farklı anlamlar taşıyıp taşımadığı sorusu, bireylerin kendi deneyimlerine ve toplumsal bağlama bağlı olarak yanıt bulur. Miller’ın görüşleri, bu soruya dair derin bir tartışma başlatmak için güçlü bir zemin sunar, ancak her bireyin aşk hikayesi, kendi benzersiz dinamiklerini taşır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder