Belirsizliğe Katlanmak: Nörozun Eşiğinde Yaşamak
“Nöroz, belirsizliğe katlanamama halidir.” – Sigmund Freud
Sigmund Freud’un bu kısa ama derinlikli ifadesi, ruh sağlığına ve insan doğasına dair önemli bir gerçeği gözler önüne serer: İnsan zihni belirsizlikle karşılaştığında sarsılır, direnç gösterir, hatta çözülebilecek durumları bile kendi içinde karmaşık hâle getirebilir.
Freud’a göre nöroz, sadece bir ruhsal bozukluk değil, aynı zamanda belirsizliğe karşı duyulan tahammülsüzlüğün bir yansımasıdır.
Belirsizlik Neden Bu Kadar Zor?
İnsan zihni düzen ve anlam arar.
Kendi güvenliğini sağlamak, geleceği öngörmek, hayatını planlamak ister. Oysa yaşamın doğası belirsizdir.
Hangi yolda yürürsek yürüyelim, önümüzde ne olduğunu asla tam olarak bilemeyiz. Geleceğe dair kararlarımız eksik bilgilerle alınır, ilişkilerimizde duygularımız tam ifade bulmaz, hastalıkların gidişatı kestirilemez, hatta bazen kim olduğumuz konusunda bile netlik hissedemeyiz.
Belirsizlik, zihni kontrol dışı bırakır. Bu kontrolsüzlük duygusu, nörotik bireyde derin bir kaygı yaratır. Her şeyin net, kesin ve tanımlı olmasını istemek ise bir tür “zihinsel savunmadır.” Çünkü belirsizliğin içinde kalmak, hayatın karmaşıklığıyla yüzleşmeyi, değişime açık olmayı ve kayıpları kabullenmeyi gerektirir.
Nöroz ve Aşırı Kaygı
Nörotik bireyler, çoğu zaman belirsizlikle başa çıkmak yerine, onu yok saymaya veya kontrol etmeye çalışırlar. Aşırı analiz yapar, sürekli teyit arar, karar alamaz hâle gelir ya da mükemmeliyetçilik tuzağına düşerler. Bu davranışlar aslında bilinmeyene karşı duyulan derin korkunun dışavurumudur.
Örneğin, bir insanın partnerinin kendisini sevip sevmediğinden emin olamaması doğal bir belirsizliktir. Ancak bu belirsizlik bireyde yoğun kaygıya, güvensizliğe, kıskançlığa veya takıntılı davranışlara yol açıyorsa, bu artık sağlıklı bir tepki değil; nörotik bir kaygının işaretidir.
Hayatın Doğasında Belirsizlik Vardır
Freud’un belirttiği gibi, yaşam bizi sürekli bilinmeyene doğru sürükler. Yeni bir işe başlamak, çocuk sahibi olmak, taşınmak, hastalanmak, sevmek, yaşlanmak… Tüm bu deneyimler belirsizlikle iç içedir. Kiminle karşılaşacağımızı, nasıl hissedeceğimizi, hangi sonuçların bizi beklediğini bilemeyiz.
Ancak insanın büyümesi ve olgunlaşması, bu belirsizliklerin içinde yol bulmayı öğrenmesiyle mümkündür. Bilinmeyeni düşman gibi görmek yerine, onunla birlikte var olmayı kabul etmek; cevapsız kalan sorularla yaşayabilmek; her şeyi bilmek zorunda olmadığımızı anlamak… İşte bu, ruhsal esnekliğin ve sağlığın temelidir.
Belirsizliğe Dayanmak: Bir Ruhsal Olgunluk Meselesi
Belirsizliğe dayanabilmek, sabretmek, açık uçlu durumlarla yaşamayı öğrenmek kolay değildir.
Ama bu beceri, insanın hayatla uyum içinde yaşayabilmesinin ön koşuludur. Nörotik yapılar bu uyumu kurmakta zorlanır çünkü netlik arayışı onları tüketir. Oysa her yanıtın hemen bulunmadığı, her durumun net olmadığı bir dünyada yaşıyoruz.
Terapötik süreçte kişinin belirsizlikle olan ilişkisi dönüştürülür.
Kendi iç sesine güvenmeyi, “bilmeden de yaşayabilmeyi” öğrenen birey, artık daha az kaygılanır ve nörotik semptomlar da zamanla hafifler.
Sonuç
Freud’un ifadesi, sadece ruh sağlığına dair bir tanı koymakla kalmaz; aynı zamanda bize yaşamın temel bir gerçeğini hatırlatır: Belirsizlik, kaçınılmazdır.
Önemli olan onunla savaşmak değil, ona tahammül edebilmeyi öğrenmektir.
Çünkü hayat, her zaman tam bilgiyle değil, eksik ama cesur adımlarla yaşanır. Ve bu adımlar, insanı hem kırılgan hem de olgun kılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder