2025-07-22

90’lar Neden Daha Güzeldi ve Teknoloji Neyi Değiştirdi?

90’lar Neden Daha Güzeldi ve Teknoloji Neyi Değiştirdi?

Bir zamanlar dünya daha yavaştı. Hayat, içinden geçilerek yaşanıyordu; hissettirilerek, beklenilerek, inşa edilerek… 90’lar, teknolojinin henüz insan deneyimini kuşatmadığı bir ara dönemdi. Ne dijital hız vardı ne de algoritmik hayatlar. Bilginin, başarının, sanatın ve dostluğun emekle kurulduğu yıllardı o yıllar. Bir şeyi başarmak için yalnızca "istemek" değil, "çabalamak" gerekirdi. İşte o yüzden 90’lar güzeldi: Çünkü her şey kendiliğinden “gerçek”ti.

Ancak zaman değişti. 2000’lerle birlikte dijital devrim geldi. İnternet yaygınlaştı, akıllı telefonlar cebimize girdi, sosyal medya hayatımıza sızdı. Ve görünüşte her şey kolaylaştı. Bilgiye erişmek birkaç tık, bir meslek edinmek birkaç online eğitim kadar mesafedeydi. Ama bu kolaylık, beraberinde derin bir anlamsal erozyon getirdi. Teknoloji, evet, hayatı dönüştürdü. Ama acaba hangi hayatı?


Bir Şeyi Gerçek Kılan Neydi?

90’larda bir şeyi üretmek için önce “çalışmak” gerekiyordu. Klarnet çalmak istiyorsan parmakların su toplamalıydı. Ressam olmak istiyorsan sabırla boya karıştırmalıydın. Şiir yazmak, okunarak, yutkunarak, defalarca yırtılıp atılarak yapılan bir işti. Bir “usta” olmak, zamanla ölçülürdü.

Teknoloji ise bu zamanı kırdı. Kısalttı, parçaladı, çoğalttı. Bu iyi bir şey miydi? Evet, çünkü çok kişiye erişim sağladı. Ama hayır, çünkü erişmekle başarmak arasındaki çizgi silindi. Yani bir uçak simülasyonunda başarılı olmak ile gökyüzünde gerçekten süzülmek arasındaki fark gibi… Bugün bir pilotun karşısına çıkıp “Ben de uçuyorum, simülatörde” diyebilmek mümkün. Ama o pilotun terle ıslandığı, korkuyla yüzleştiği, gökyüzünü kokladığı anlara ne oldu?


Taklit ve Gerçeklik Arasında: Kopya Çağı

Bugün teknolojik araçlar sayesinde herkes bir şey “olabiliyor.” Ama acaba gerçekten oluyor mu?

  • Otomatik beat’lerle müzik yapan biri müzisyen mi?
  • Yüz filtresiyle poz veren biri model mi?
  • Yapay zekâ yardımıyla yazı yazan biri yazar mı?

Belki de en acı olan şu: Gerçek çabanın sesi, gürültüye karışıyor. Çünkü herkes bağırıyor. Herkes bir şey anlatıyor. Herkes “bilinmek” istiyor. Fakat bu bilinirlik, çoğu zaman içi boş bir yankıdan ibaret. Taklitler, gerçekliğe benzediğinde alkış alıyor. Ama o taklitlerin ardında çoğu zaman ne derinlik var ne de gelişim isteği.

İşte burada da yeni çağın belki en büyük yanılgısı doğuyor: “Yeterince benziyorsan, olmuşsundur.” Oysa hayır. Gerçek ustalık, sadece bilgiyle değil, dönüşümle gelir. Bizi dönüştürmeyen hiçbir uğraş, bizi ileriye götürmez.


Her Şeyin "Olabilirliği" ve Değerin Çöküşü

90’larda bir şey “olabilmek” için bir yol, bir süreç, bir yolculuk gerekiyordu. Bugünse “hemen olunabiliyor.” Bu hız, başta büyüleyici. Ama ardından gelen hayal kırıklığı, daha büyük.

Bir müzik eseri üretip sosyal medyada paylaşmak kolay. Ama o müziğin kalbinde bir öykü, bir yaşanmışlık, bir imza var mı? Yoksa sadece bir benzerini mi ürettik? Teknoloji sayesinde çoğumuz "sanat yapar" olduk ama acaba sanatın bizi yapmasına izin verdik mi?

Bir yandan, bu demokratikleşme umut verici: Daha önce imkânı olmayanlar üretim alanına girebiliyor. Ama öte yandan, her şeyin mümkün olması, hiçbir şeyin kıymetini bırakmadı. Ulaşılabilirlik arttıkça, emek gözden düştü. Çünkü insan doğası gereği, kolay ulaşılana değer vermemeye meyilli.


Bir Taklitten Gerçeğe Yolculuk Mümkün mü?

Peki her şey bu kadar karanlık mı? Aslında değil. Taklit, insan olmanın bir parçası. Öğrenmenin doğal yolu. Her usta bir zamanlar taklitçiydi. Sorun, taklit ettiğimizi unutmakta. Kendimizi fazla ciddiye almakta. Sosyal medya profillerine “sanatçı” yazmakta, birkaç filtreyle “fotoğrafçı” olmaya çalışmakta. İşte sahtelik orada başlıyor.

Gerçeklik, sadece üretmekte değil, niyet ve farkındalıkta saklı. Taklit ettiğinin bilincindeysen, gelişmeye açık kalırsın. Ama kendini kandırırsan, bir sanal sahnede sonsuza dek aynı rolü oynarsın. Üstelik seyircisi olmayan bir oyunda.


Teknoloji Mahvetmedi, Biz Unuttuk

Suçluyu yalnızca teknolojide aramak kolaycılık olur. Teknoloji bir araçtı. Onu nasıl kullandığımız, neyin peşinden koştuğumuz, neye değer verdiğimiz asıl belirleyici faktörlerdi.

Belki biz, değer vermeyi unuttuk. Derinliği, sabrı, ustalığı, çıraklığı. Ustaya “sen ne biliyorsun ki” dedik. Emek verene “kolay yoldan yapsana” dedik. İşte teknoloji değil, bu zihinsel kayma bizi bugünkü simülasyon toplumuna taşıdı.


Sonuç: Gerçeği Ararken Yolda Olmak

90’lar geri gelmeyecek. Belki de gelmemeli. Bugünün dünyası başka bir çağ. Ama bu çağda hâlâ “gerçek” yaşanabilir. Gerçek çaba, gerçek merak, gerçek özveri… Bir klavye başında da, bir kamera önünde de, bir tıp laboratuvarında da.

Mesele, neyle değil nasıl yaptığımızda. Bugün müzik yapmak için bir stüdyoya değil, bir ruha ihtiyaç var. Yazmak için daktiloya değil, samimiyete. Gerçek pilotluk, sadece simülasyondan çıkmayı değil, sınırları tanımayı ve cesareti bilmeyi gerektirir.

Ve belki de son söz şöyle olabilir:

“Taklit şair olsak da yazalım. Simülasyon pilot olsak da uçmaya niyet edelim. Ve biri çıkıp 'Bu yeterince iyi değil' dediğinde, sadece gülümseyelim: 'Haklısın. Ama ben yolcuyum, hâlâ öğreniyorum.'”

Çünkü asıl kıymetli olan, o yolda gerçekten yürümektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder