2025-06-30

Aşkın İlanı ve Eksikliğin Hediyesi

Aşkımızı ilan ederek, yani sevdiğimize yüksek sesle dile getirerek, eksiğimizi veririz. 

Kendimizde bir şeyin kayıp olduğunu, eksik bir varlık olduğumuzu, tüm varlığımızla bir şeyi istediğimizi beyan ederiz. 

Böyle olduğu halde partnerimize varlık ve tamlık hissi vermeyi başarırız. Aslında (partnerimize) sahip olmadığımız şeyi hediye ederiz. 

Daha doğrusu, bizde eksik olan şeyi bir başka şeye çevirir, o kişinin buna iyi bakmasını isteriz.

Bu ötekinin bizim eksiğimize burun kıvırmayacağını ya da onu ayakları altına almayacağını umarız. 

Açıkçası bazı insanlar diğer insanların onların varlıktaki eksiklerini ya da eksik varlığını reddedeceğinden o kadar korkarlar ki onu açığa çıkarmaya, göstermeye, vermeye çekinirler. 

Bu durum, sevgisini ilan ederken duyulan bütün endişelerle yakından ilgilidir: "Seni seviyorum" demek "Ben eksiğim ve sen benim eksiğime sesleniyorsun" demektir. (Hollywood'un durumu fazla basitleştiren bir biçimde söylemeyi tercih ettiği gibi "Ben eksiğim ve sen beni tamamlıyorsun" demek değildir.) "Seni seviyorum" demek, "bendeki eksiği ortaya çıkarıyorsun" veya "bendeki eksikle yakından ilişkilisin" demektir.

Lacan 
---

Aşkın İlanı ve Eksikliğin Hediyesi

Aşkımızı yüksek sesle dile getirdiğimizde, yani “Seni seviyorum” dediğimizde, yalnızca bir sevgi beyanında bulunmuş olmayız. Aynı zamanda kendimizde bir şeyin eksik olduğunu, bir boşluğun ya da kayıp bir parçanın varlığını itiraf ederiz. Bu, insan olmanın temel bir gerçeğidir: Hepimiz, bir şekilde, tamamlanmamış varlıklarız ve bu eksiklik, arzularımızın, ihtiyaçlarımızın ve en derin duygularımızın kaynağıdır. 

Ancak bu eksikliği ilan etmek, basit bir itiraftan öteye gider; bu eksiği partnerimize bir hediye olarak sunarız ve bu hediye, onların bizdeki önemini ve değerini ortaya koyar.

Eksiklik Olarak Aşk

“Seni seviyorum” demek, “Ben eksiğim ve sen benim eksiğime sesleniyorsun” demektir. 

Bu ifade, yüzeysel bir romantizmden çok daha derin bir anlama sahiptir. 

Aşk, burada, bir tamamlama vaadi değil, bir farkındalık anıdır. 

Partnerimiz, bizim eksikliğimizi ortadan kaldırmaz; aksine, onun varlığı bu eksikliği görünür kılar ve bizimle bu eksiklik arasında bir bağ kurar. Bu düşünce, Jacques Lacan gibi düşünürlerin fikirlerinden izler taşır: İnsan, doğası gereği bir “eksiklik” taşır ve bu eksiklik, arzunun ve dolayısıyla aşkın temelidir.

Hollywood’un popüler anlatılarında sıkça duyduğumuz “Sen beni tamamlıyorsun” ifadesi, bu karmaşık gerçeği basitleştirir. Bu söylem, aşkı iki parçanın birleşip kusursuz bir bütün oluşturduğu bir yapboz gibi sunar. Oysa gerçek hayatta aşk, böyle bir tamamlayıcılıktan çok, eksikliklerimizin birbiriyle ilişkiye girdiği bir alandır. Partnerimiz bizim eksikliğimizi “doldurmaz”; onunla birlikte bu eksikliği anlamlandırır, onunla birlikte bu eksikliğe bir anlam katarız.

Eksikliğin Dönüşümü ve Hediye Olarak Sunulması

Aşkı ilan etmek, eksiğimizi bir başka şeye çevirme sürecidir. Bu, sahip olmadığımız bir şeyi—yani tamlığımızı—partnerimize hediye ettiğimiz anlamına gelmez. Tam tersine, bizde eksik olanı, yani o boşluğu, o tamamlanmamışlığı, bir hediye olarak sunarız. Bu hediye, “İşte benim eksiğim, ve seninle paylaşacak kadar sana güveniyorum” demenin bir yoludur. Bu, son derece kırılgan bir eylemdir, çünkü eksikliğimizi ortaya koyarken, partnerimizin bunu nasıl karşılayacağına dair bir belirsizlik taşırız.

Bu dönüşüm, eksikliğin bir zayıflıktan çok bir bağ kurma aracı haline gelmesidir. Eksikliğimiz, partnerimize bir “varlık” ya da “tamlık” hissi verir, çünkü onların varlığı bizim için vazgeçilmez bir anlam taşır. “Sen benim eksiğime sesleniyorsun” derken, onların hayatımızdaki yerini yüceltiriz; onlara, bizim için ne kadar önemli olduklarını hissettiririz. Ancak bu hediyenin kabul edilmesi, partnerimizin bizim eksikliğimize “burun kıvırmayacağına” ya da “onu ayakları altına almayacağına” olan umudumuza bağlıdır.

Reddedilme Korkusu ve Kırılganlık

Aşkı ilan etmek, aynı zamanda büyük bir risktir. Eksikliğimizi açığa vurduğumuzda, bunu reddedilme korkusuyla yaparız. Bazı insanlar, bu korkunun ağırlığı altında ezilir ve sevgilerini ifade etmekten kaçınır. “Ya eksiğim görülür de hor görülürse? Ya partnerim benim tamamlanmamış halimi değersiz bulursa?” gibi endişeler, “Seni seviyorum” demenin önündeki en büyük engellerden biridir. Bu korku, yalnızca romantik ilişkilerde değil, genel olarak insan ilişkilerinde de geçerlidir: Eksikliğimizi göstermek, kendimizi savunmasız bırakmaktır.

Bu endişe, aşkın doğasında vardır. Çünkü “Seni seviyorum” demek, yalnızca bir sevgi beyanı değil, aynı zamanda “Ben buyum, tüm eksikliklerimle” demektir. Bu, modern toplumda özellikle zor bir adımdır; zira bize çoğu zaman kendimizi “tam” ve “yeterli” göstermemiz öğretilir. Aşk ise bu maskeyi düşürür ve bizi gerçek, ham halimizle ortaya koyar. Eğer partnerimiz bu gerçeği kabul ederse, aramızda derin bir bağ kurulur; ama reddederse, bu eksiklik bir yara haline gelebilir.

Hollywood’un Basitleştirmesi ve Gerçek Aşk

Hollywood’un aşk anlatıları, genellikle bu karmaşık dansı göz ardı eder. Filmlerde aşk, iki insanın birbirini tamamlayarak mutlu sona ulaştığı bir hikaye olarak sunulur. Bu, duygusal açıdan tatmin edici olsa da, aşkın gerçek derinliğini ve çelişkilerini yansıtmaz. “Sen beni tamamlıyorsun” demek, aşkı bir sonuca bağlar; oysa “Sen benim eksiğime sesleniyorsun” demek, aşkı bir yolculuk, bir süreç olarak tanımlar. Aşk, eksikliklerimizin yok olduğu bir yer değil, bu eksikliklerle yüzleşip onları paylaştığımız bir alandır.

Gerçek hayatta aşk, tamlık değil, karşılıklı bir kırılganlık ve güven meselesidir. Partnerimiz bizim eksikliğimizi ortadan kaldırmaz; onunla birlikte bu eksikliği yaşarız ve bu süreçte birbirimize anlam katarız. Bu, Hollywood’un sunduğu düzgün ve parlak hikayelerden çok daha dağınık, ama aynı zamanda çok daha insani bir deneyimdir.

Sonuç: Aşkın Eksiklik Dansı

“Seni seviyorum” demek, nihayetinde bir eksiklik dansıdır. Bu dans, eksikliklerimizin ve arzularımızın birbiriyle buluştuğu, kırılganlıkla cesaretin iç içe geçtiği bir alandır. Aşkı ilan ederek, sahip olmadığımız bir şeyi—tamlığımızı—vermeyiz; aksine, bizde eksik olanı paylaşırız ve bu paylaşım, sevgimizin en saf ifadesi haline gelir. Partnerimizden beklediğimiz, bu hediyeyi nazikçe kabul etmesi ve bizimle bu dansa katılmasıdır.

Aşk, eksikliklerimizi yok etmez; onları görünür kılar ve bu görünürlükte bir bağ kurar. Hollywood’un aksine, aşkın sonu bir “tamamlama” değil, eksikliklerimizin birbirine değdiği, birbirine dokunduğu bir anın başlangıcıdır. Ve belki de bu, aşkı bu kadar güçlü, bu kadar korkutucu ve bu kadar güzel kılan şeydir: Bizi tamamlanmış değil, ama gerçekten insan yapar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder